Ana içeriğe atla

YANLIŞ ANLAMAYIN BEN HIRSIZIM

İki bin bir yılının Eylül ayı geldiğinde,hâlâ sevimsiz olan Trabzon otogarının gri peronlarından İzmir 'e, yaklaşık yirmi dört saat sürecek yolculuğum başladı . Bu güzel şehre ikinci kez ama bu sefer biraz daha uzun vadeli misafir olmaya gidiyorum. Görünen sebep üniversite olsa da, aklımda Altay maceramın ikinci hamlesi var. Sakatlık, lisans sorunları derken hayalimden gerçeğe kalan Ege Üniversitesi edebiyat fakültesinin soğuk duvarları oldu. Soğuk diyorum da yalan değil! Sordum soruşturdum, bizim fakülte eskiden uzun bir süre morg olarak kullanılmış meğer. 
Bornova'da bir yurda yerleştim ve yavaş yavaş çevreyi tanımaya çalışıyorum. Büyük park, küçük park, öğrenci mekanları. Sonra biraz daha uzağa. Kemeralti, Konak... İzmir'in merkezi. Bizi kısa sürede ve ucuz yoldan, Bornova'dan Konak 'a bağlayan ise büyük şehir alâmetlerinden biri olan Metro. Küçük şehirden gelen bir Anadolu çocuğu olarak, ilk ayların verdiği memleket hasretini,bu büyükşehir hayranlığı ve İzmir'in mutluluğuna düşkün, güler yüzlü insanları unutturuyor.
Benim bu yeni şehirdeki bir avantajım da kuzenim İnanç. Dayımlar İzmir'de yaşıyor, İnanç, turizm sektöründe olduğundan yazları tatil yörelerinde çalışıp, sezon bitince İzmir'e dönüyor, beni de yalnız bırakmıyor.
Sonbahar yavaş yavaş biterken, İzmir'in pek de sıcak bir yer olmadığını,Sipil Dağı'ndan Bornova'ya esen ve ince giysilerimin içine kurşun gibi işleyen rüzgarlardan anlamaya başladım. Telefona sarılıp hemen İnanç 'ı aradım. Kardeşim şu Kemeraltı'nda uygun yerler varmış , gidip bişeyler alalım üstüme başıma dedim. Metro’ya bin Konak durağında in, YKM nin önünde seni bekleyeceğim dedi. Yurttaki oda arkadaşım Kayserili Muhammet de konuşmaya şahit olup, özellikle konuşmanın “uygun” kısmını duyunca bir Kayserili refleksi göstererek olaya iştirak etmek istedi. Öbür gün Kayserili ile Kentkart'lari basıp metroya bindik. Konak durağında inip, Kemeraltı çıkışına yöneldik. YKM nin önünde İnanç’la buluştuk, kendisini Kayserili ile tanıştırıp Kemeraltı'na doğru yürüyüşe geçtik.Solumuzda bugünlerde adı sık sık geçen padişah ikinci Abdülhamid zamanında yapılmış olan şehrin simgesi saat kulesi, modern İzmir'i geçmişe bağlayan büyülü bir zaman makinesi gibi gözümü aldı. Sağımızda şimdi ismini hatırlamadığım bir mağazanın vitrinine bakarken, uzun boylu zayıfca, takriben otuz otuz beş yaşlarında bir adam elinde bir kaç poşetle yanımıza yanaştı. Gayet kibar bir şekilde boynunu da hafif yana kırıp konuşmaya başladı. Arkadaşlar merhaba, yanlış anlamayın ben hırsızım! Elindeki poşetleri gösterip, şu parfümleri on dakka önce YKM 'den çaldım. Yanlış anlamayın; Kenzo, Davidof, Bulgari, Encıl. En güzel markaları siz değerli arkadaşlarım için seçtim. Dünya paraya satıyor p.zevekler, naapsin gariban? Gariban güzel kokmasın mı arkadaşım?
Ben zaten “yanlış anlamayın hırsızım” cümlesi ile kafadan koptum.İlk defa kendini ifade edebilen bir hırsızla karşılaşıyorum. Kendi kendime "valla hırsız mırsız ama açık sözlü lan, en azından hırsız olduğunu saklamıyor, sen de deli değilsin al önlemini" dedim. Sürekli etrafı kolaçan eden ve pek güvenilir birine benzemeyen ama kapitalizmin ezdiği fukaraya kucak açmış bir Robin Hood vardı karşımızda.
Abi devam etti...
Arkadaşlar yirmi metre ötede dünya para şu parfüm, ben on milyona bırakacağım size. Etrafına üç yüz altmış derece keskin bir bakış daha atıp, uzun ve ince parmaklarıyla parfümü poşetten bir sihirbaz edasıyla çıkardı.
Biz çocuklarla birbirimize baktık, paramız olsa alacağız . Dedim ki abi teşekkür ederim. Biz öğrenciyiz, paramız yok, şuradan üstümüze başımıza çamaşır alıp gideceğiz. Param olsaydı kaçırmaz alırdım.
Eyvallah, üzülmeyin arkadaşlar dedi, kısmet bi daha ki sefere. O sırada Kayserili 'nin, turuncu kapağını yeni taktırdığı, şekil telefonu Nokia 3310'u tüm haşmetiyle çalmaya başladı. Kayserili alouu diyip hafif uzaklaştı. Hemen söyleyeyim dayı oğlu İnanç 'ta Nokia 8210, bende de Nokia 5110 var. Bugün unutan yada anlayamayanlar için açıklayayım,devrin moda telefonu Nokia'ydi ve Kayserili'nin telefonun fiyatı benim telefonun fiyatının beş katı,İnanç ' ın telefonunun fiyatı da Kayserili 'ninkinin beş katı civarındaydı.
Vedâ cümleleri boğazında düğümlenen fakir dostu hırsız abimiz, yüzündeki gülümseme ve gözlerindeki ciddiyetle tekrar konuşmaya başladı. "Nerede öğrenciyiz arkadaşlar?"
O sırada Kayserili de görüşmesini bitirip tekrar yanımıza geldi.

- Ege Üniversitesi abi...
"Ege mi? Siz beni orada görmediniz mi hiç ?" Yok abi dedi Kayserili, biz daha hazırlıktayız, yeni başladık. Abi, büyüttüğü gözleriyle hepimizin gözlerinin içine teker teker bakıp, "beni Ege ‘de herkes tanır. Her ay koli koli kazaklar, pantolonlar getiririm. O kampüsün önünde varya, ben gelince bir koşuşturma ! Tekin abi , Tekin abi! Envayi marka gömlekler, güneş gözlükleri.İnanamazsın yaa..."
Adını o anda öğrendiğimiz Tekin abi,bizimle kurduğu iletişimi derinleştirirken, sempatik tavırları ile de sohbetin gidişatına ciddi ayarlar veriyordu. "Bizde her mal var kardeşim dedi, yanlış anlamayın, sıfır telefon da var ama tabi burada ulu orta satamazsın, sattırmazlar kardeşim. Sıfır telefonlar sıfır ! Kutusunda, hepsi çalıntı. Maksat paraya çevirmek."
"Mesela kardeşim" dedi Kayserili'ye dönerek, "sende ne var"? 3310 dedi Kayserili. "Sana anında tak diye 5210, kafa kafaya!" Kayserili yutkundu. Tekin abi bana döndü ve gözlerimin içine bakarak aynı soruyu sordu. 5110 abi dedim."Sana da 3310 , kafa kafaya" diye cevap verdi. İnanç’a döndü, mavi gözlerini aradı, bulamadı ama sorusunu yine de sordu. "Sende ne var kardeşim?" İnanç büyük şehir çocuğu,  riski minimize etti , bende yok abi dedi.
"Arkadaşlar,yanlış anlamayın telefonlar evde, patroniçede. Burdan beş dakikada hop evdeyiz. Ben telefonları gösteririm, testlerini iki dakikada yapar, yeni telefonlarınızı aşağıya indiririm."
Ben, yok abi sağol gerek yok der demez Tekin abi hemen lafa daldı. "Yanlış anlama kardeşim ben hırsızım dedim.Şimdi burada ben mi kendimi riske atıyorum sen mi? Maksat telefonu yakalanmadan nakite çevirmek, yoksa kardeşim neden gidip satmayalım biz de dükkanlara."
Kayserili'de 5210’u duyduğu andan beri Tekin abi’ye bir pozlar, bir duygusal yanaşmalar. Ortak dedi, valla gidip bi bakak! Yoksa döneriz. Tekin abi sözü yine aldı. "Arkadaşlar yanlış anlamayın, zaten ev üç katlı, patroniçe üçüncü katta, ben apartmana girip camdan size el sallayacağım."  İnanç’a baktım, sen bilirsin der gibi gözlerini biraz açıp, dudağını aşağı büzerek kafasını yana çevirdi.
"Şurdan hemen beş dakika" diye yineledi cümlesini, yürümeye başladı Tekin abi. Kayserili önce atıldı, bir de bize bakıp pis pis sırıttı. Ben de gülümsedim. Sokağın arkasından altmış yedi model sarı bir Şavrole taksiye bindik. Tekin abi önde, "arkadaşlar yanlış anlamayın, sim kartları çıkaralım,sonra sorun olmasın" dedi. Heralde Tekin abi soyunun dese, aynı hissiyata kapılacaktım. Sanki sim kartı değil de çamaşırlarımı çıkarıyor gibi hissettim. Ama ok yaydan çıkmıştı bir kere .Yolda kısık bir sesle Kayserili’ye dedim ki, “ la oğlum tamam iyi hoş da, bu bizi dolandırabilir. Sen verme telefonunu,benimki ucuz, ben vereyim. Bana yenisini getirirse, sen de verirsin.Getirmezse de koy g*t*ne, zaten kırk milyon telefon. Kayserili hemen sağımda, omuz omuza oturuyoruz. Benim bu önerim üzerine zaten kısık olan gözlerini daha da kıstı ve gülümseyerek “ ya lazo sen de az uyanık değilsin “ dedi.
La oğlum dedim, bunun getireceği garanti değil ki telefonu, tamam Tekin abimiz yanlış yapacak bir insan değil ama işimizi de garanti yapalım. Gerek yok Lazo dedi Kayserili, bu benim hayalimdeki telefon.
Ulen ülkenin bir ucundan çık öbür ucuna okumaya gel,hayallerimize bak anasını satayım. Tamam dedim. Sigorta hastanesini geçtikten sonra adını sonradan Tepecik olarak öğreneceğim İzmir’in en nezih insanlarının! iskan edildiği mahalleye geldik. Tekin abi artık konuşmuyor bile. Tekin abinin bir kafa,göz hareketi ile taksiciye parasını ödedik. Öyle güzel anlaşıyoruz! "Arkadaşlar" dedi Tekin abi, "şu karşıdaki apartmana girip, yukarıdaki camdan size el sallayacağım. Yarım saate kalmadan sizin telefonlarda bir sıkıntı yoksa yeni telefonlarla buradayım." Ben ve Kayserili telefonları Tekin abiye teslim ettik ve beklemeye geçtik .Tekin abi apartmana giriş yaptı. Zaman akmak bilmiyor, on dakika , yirmi dakika derken yarım saat oldu. Tekin abi yok. Bir saat oldu Tekin abi yine yok. İki saat olunca İnanç’a dedim ki la oğlum git şu apartmana bi bak bakayım noldu. İnanç gitti, beş dakika sonra geldi. Apartmana buradan giriyorsun karşı sokaktan çıkıyorsun dedi gülerek. Bildiğin dolandırıldık yani,anca o zaman anladık, gülmeye başladık Tepecik’in orta yerinde. İnanç’a senin telefon nerede lan dedim? Tekin abi ben hırsızım diyince sessize alıp cebime koydum dedi.Tekin abinin de ... Taksiye bindik öne oturdum, şoför hap felan attık sanıyor, sürekli gülüyoruz .Sol omuzumun üstünden arka koltuktaki Kayserili’ye döndüm, senin hayalindeki telefon neydi kardeşim dedim; güldü, cevap vermedi.
Sonra, okul çıkışlarında uzun bir süre daha; ellerinde kazak ve pantolonlarla en marka ürünleri yok pahasına satan, öğrenci dostu Tekin abiyi aradı gözlerim. Kim bilir! Belki de benim gelmediğim bir gün uğramıştır kampüse...


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
12.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceydi. Basık burunlu, önü kelleşen saçlarını arkadan sırtına doğru uzatan, göbekli çirkin bir ihtiyar, “ahlak felsefesinin “ temellerini atıyor , ancak gençleri tuhaf bilgiler ile zehirlediği ve Atina’ya yeni tanrılar getirdiği gerekçesi ile idama mahkum ediliyordu. Sokrates, kendisinden iki bin beş yüz  yıl sonra;  hemen yanı başında yeni tanrılarla tanışmış bir ülkede, idama mahkum olan bir gencin , yaşı henüz ölüme tutmadığından, proteinsiz büyütülüp asıldığından haberi olamadan, zehri bir nefeste dikleyerek bu diyardan göçüp gitti. Ucuz bir baldıran zehirini bir dikişte içemeyecek kadar talihsiz bu gençlerin, boyunları kıtır kıtır kırılırken, Soktates’in heykeli, pişman olmuş şehir ahalisi tarafından , Atina tapınağına bir anıt olarak koyuluyordu. Derler ki ; zamanın ve tüm zamanların en iyi filozofu olan Sokrates’e, dünyanın envai çeşit yerlerinden insanlar gelip, ders almak istemiş ancak Sokrates bu...

DÜNE BENZİYOR YARINLAR

Yordu beni insan olmak Kazanmak Kaybetmek Alışmak... Yordu beni ayık kafalar Defterler Hesaplar Provalar... Donuk günaydınlar Gri sabahlara Her gün daha çok düne benziyor, Yarınlar... Mustafa Kemal Yavuz 2019