Ana içeriğe atla

MUTSUZLUK RADYOSU


Genç adam yine mutluluğu uykuda arama hevesiyle yorganın altına girdi, her zaman yaptığı gibi kahverengi şeritli küçük radyosunun sesini birazcık açtı , ve göz kapakları ağırlaşırken, sözü radyoda konuşan tok sesli adama bıraktı :
"Hayatlarımızı esir alan bu açlık ve barınma korkusu... Gencecik olanından tutun, tabuta en yakın olanına kadar, milyonlarca yıldır atalarımızdan devraldığımız bu en sefil korkular!
Ne çalıştığından keyif alıyorsun, ne akşamından günün.Dinlendirmiyor seni ne koca koca hafta sonları, ne demlik demlik çaylar, ne de yoğun duman altında boşalan bardaklar. 
Hiç biri yaşam sevincine pis tırnaklarını geçirmiş bu iki korkuyu çekip alamıyor yakandan. Ne zaman hayat kısa deyip dinlesen kendini ve gerçekten mıh gibi saplansa beynine ölüm gerçeği,- buna idrak diyorlar bu arada canım- pusu kuran korkuların yeniden abanır tüm gücüyle üzerine. 
Sonra bulutların şekillerini hayvanlara benzetmek yerine, güneşli havaya hasretim diye söylenirsin . 
Ay sonunda mutluluk rasyolarımıza pek etkisi olmayan, prangadan hedeflerimiz vardır. Sonra sonra aklımıza gelir, küçükken hedeflerimiz değil hayallerimiz vardı diye.
İnsan sadece tecrübe etmediği şeye şaşırır. Siz hiç kahvaltıda üzerine tereyağı ve bal sürülmüş bir deniz anası yediniz mi? Mutsuzluğa bire bir ama biraz uyku veriyor. Hem de ne uyku.Mutsuzlar neden daha çok uyur bilir misin? Mutlu olmak için! Sakın mutsuzluklarından kaçmak için deme, ana amaç değil bu"...

Genç adam gri renkli odasında çoktan uykuya daldı. Uyandığında etraf karanlıktı . Acaba aynı günün mü yoksa sonraki günün mü akşamındayım diye toparlamaya çalışırken kapı çaldı. Zil varken neden üç kez aynı aralıklarla kapıyı yumruklayıp duruyor bu davetsiz misafir.Yorganını üzerinden atıp henüz açılmamış gözleriyle kapıya doğru ağır ağır yürüdü ve kim o dedi. 
Ben geç kalmışlığınım dedi kapının ardındaki ses. Sanırım uzun yıllar boyunca uyudum diye düşündü mutsuz genç. Daha da mutsuz oldu ömrümü uykuda geçirip heba ettim diye. Yine de son bir ümitle bunun bir şaka olmasını temenni ederek kapının küçük dürbününden fotoselin aydınlattığı kasketli yaşlı adama baktı. Yaşlı adam sabırla bekliyor ve kapıyı üç kez yumruklamaya devam ediyordu. Bir an göz göze geldiler aralarında beş santimlik kapının dürbünü varken...
Bu ihtiyarı bir yerlerden tanıyor gibiydi .Yeşil gözleri tıpkı kendi gözlerine benziyordu.Kaşları, kulakları, alın yapısı... Biraz saçları dökülmüştü hepsi bu. Çenesindeki büyükçe beni gördü , sonra parmaklarıyla kendi çenesindeki beni yokladı.Gelen kendisiydi. Hemen aynaya koşup kendine baktı , tahminen yetmiş yetmiş beş yaşlarında yaşlı bir adamdı artık. Sükunet ve anlayışla tekrar kapıya yöneldi , yavaşça kapının kilidini açıp kapıyı araladı. Dışarıdaki ihtiyar, saygıla başını eğip gençliğini selamladı. Birbirlerine gülümsediler . İhtiyar içeri girdi, ikisinin de gözleri doldu. Birbirlerine sıkıca sarılıp ağlamaya başladılar ve ölene dek ayrılmadılar.



MUSTAFA KEMAL YAVUZ
16.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...