Ana içeriğe atla

UMARSIZ BABA VE ŞIMARIK KIZ



Temmuz güneşi,nemi de yanına alıp, asfaltı pişiriyordu. Otobüs durağındaki insanlar, metal durağın içeriye verdiği sıcağa daha fazla dayanamayıp güneşin altında beklemeye razı oldular.
Sırt çantası ve salaş giyiminden sporcu olduğu anlaşılan Cem'in , kulağındaki kulaklıklar ve ayağıyla asfaltta tuttuğu tempoya bakılırsa, sıcak pek de umrunda değildi.
Kırmızı renkli, bir dershane reklamı ile giydirilmiş üç kapılı otobüs, bol bol "SSS" sesleri çıkararak durağa girdi. Cem sıraya girmek için de bir çabada bulunmadı. Şoförün dikkatli bakışları arasında  kartını cihaza  gösterip, ekrandaki yetmiş beş kuruş yazısını gördükten sonra arka sıralara doğru yürüyüşe geçti.
Solunda kalan orta kapının, iki sıra arkasındaki boş koltuğa geçip yayıldı. Elleriyle kocaman kulaklıklarını tutup, teninden ayırınca; terlemiş kulaklarını, üstteki küçük pencerelerden gelen hava okşadı. Çantasından Diderot 'un "Rahibe" sini  çıkarıp kaldığı sayfayı bulmaya çalıştı. Bu sırada otobüs bir durağa daha çoktan gelmişti. Öndeki koltuktan yanındaki adama, "geldik miiiii?" diye  soru soran  ince  bir ses, bütün otobüsün içinde yankılandı. "Gelmedik kızım " cevabını ise sadece Cem duydu.
Kaldığı sayfanın yaprağını  içine kıvıran Cem, bu küçük üçgeni  işaret parmağı ile ileriye doğru iterek okumaya devam etti. Otobüs bir süre sonra  sıradaki durağa girince, o ince ses  otobüsteki herkes tarafından yine  duyuldu: "Geldik miiiii? " . Cevap gecikmedi, "Gelmedik kızım "...
Cem bu ikinci çığlıkta biraz daha  dağıldı ve işaret parmağını kitabın içinde bırakarak, kendini toparlamak için kitabı kapattı.
Kafasını kaldırıp ön tarafta ayakta duran insanlara baktı. Ayaktaki kalabalık, baba ve kızına bakıp gülümsüyordu. Peki bunda gülümsenecek  ne var diye düşündü Cem.  Diyelim ki şapkalı küçük kız güzel ve tatlıydı. Ama ikinci sefer yaptığı bu hata için babasının onu uyarması, diğer insanları rahatsız etmenin doğru bir şey olmadığını öğretmesi gerekmiyor muydu?  Zaten saygısız bir toplumu saygısız bireyler oluşturmuyor muydu? Atalarımız ağaç yaşken eğilir dememiş miydi? Hadi babayı geçtim diye düşündü,  bu şımarıklığı ikinci kez yapan bu küçük kıza otobüstekilerin gösterdiği tavır da neydi? En azından bir kaş çatılır,bir kafa sallanırdı  eskiden. Kendi çocukluğunda böyleydi .Toplum mu değişmişti yoksa kendisi mi daha hoşgörüsüz biri olup çıkmıştı?
Çocuk hemen hemen her durakta ve yolculuk sırasında mütemadiyen yüksek sesle konuştu  ve babası aynı umursamazlıkla cevap verdi ve bir kez olsun, " Kızım! içerisinde diğer insanların da olduğu bir toplu taşıma aracındayız,bu nedenle birazcık daha sessiz olmalıyız" demedi.
"Baba şu parka gidelim mi, baba o çimenlerde de koşayım mı, baba dondurmam iki top olsun mu, baba ben sıkıldım, hadi baba inelim,yaa baba midem bulandı, seni çok seviyorum babacığım, baba hani bana faunusla balık alacaktın"...
O sırada otobüs bir durağa daha girdi. Aynı tiz çığlık ve babası tarafından kızına verilen bilindik cevap izledi peşini. Öndeki ayakta bekleyen yolcularda yine bir hoşgörü deryası! Bugünkü toplumun, neden bu denli saygısız olduğunun  cevabını görüyordu bu tebessümlerde. Derken, arkasını dönüp arkadaki yolculara baktı. Arkadaki yolculardan da rahatsız olanlar vardı. Bazıları kaşlarını kaldırıp, dudağını büzüyor , memnuniyetsizliklerini ifade ediyorlardı. Nihayet kendi gibi düşünen insanlar da vardı!
Otobüs bir sonraki durağa daha yanaşıp durunca Cem'in önündeki koltuktan yine "geldik miiiii" sesi yükseldi. Babası "evet geldik kızım "dedi.
Cem ohh diyip,işaret parmağını kitabın içinden alıp kaldığı sayfayı açtı. Şapkalı küçük kızla babası, hemen önlerindeki orta kapıdan aşağıya indiler.  Sağa dönüp yaya geçidine doğru yürümeye başladılar. Cem, gayr-i memnun bir şekilde kafasını sağa doğru camdan dışarıya çevirdi.Büyük mavi puntolarla yazılmış, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi tabelasına ve şapkalı küçük kızın ,maske takılı, kirpik ve kaşları dökülmüş güzel sarı yüzüne aynı anda baktı. Sonra da onun küçücük elini tutan babasını gördü. Otobüs bir sonraki durağa devam ederken,ağırlaşan göz kapaklarıyla peşlerinden bakıp,bir gün eğer baba olursa, iyi bir baba olacağına dair kendine söz verdi.

22.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...