Ana içeriğe atla

BİR KÜREK B*K VE AYNA

                                                   

Tüm muhalefetimize rağmen babamın köye ev yaptırmasından sonra, işi  punduna getiren, soluğu köy evinde almaya başladı.  Hafta sonu güneş yüzünü göstermesin! Yaa bi köy havası mi alsak acaba talebimiz, babam tarafından bıyık altı gülüşlerle istop edilip, gergin olduğu anlarda ise mazi açılıp, yaptığımız muhalefet hunharca  yüzümüze vuruluyor.
Köydeki yeni evin ailemize kattığı birleştirici güçlerden biri de kurban bayramı.
 Son üç bayramdır kurbana köyde ortak oluyoruz. Bir gün önceden köye gidip, sabahtan akşama kadar kurban işleri ile ilgileniyoruz. Köy, herkesin birbirinin ayak numarasını bile bilecek kadar küçük olmasına  rağmen , bu doğal hayatın insana verdiği ilginç bir özgürlük ve cesaret hissi var. Artık orada devletin gücünü daha az hissettiğinizden midir, yoksa fazla oksijenin,  beyinleri  yakmasından mı bilemiyorum. Bildiğim bir şey var ki o da benim özgürlük hislerim ve cesaret duygularımın tavan yapışının, kurban bayramına denk geliyor olması. 
Bu kurban bayramı da yine aynısı oldu. Sabah bayramlaşma faslından sonra, evden eski kıyafetlerimi giyerek çıktım. Üstümde rengi atmış yırtık kareli kırmızı bir gömlek, altımda  çamaşır suyundan yanmış bir eşofman, ayağımda kırma topuk giydiğim eski bir çift siyah kösele. 
Ve tabiki her iki elimde iki keskin bıçak. Normalde kan, kesik, yara bere beni tutar, dizlerimin bağı çözülür. Ama köyde insanlar kurbanlarını namusu bilir, bu dini ritueli başından sonuna büyük bir titizlikle yerine getirir ve herkes iyi bilir ki  istisnalar kaideyi bozmaz! 
Evin en genç ve güçlü üyesi olan ben, yeşil çimenlerin üzerinde bir dev gibi yürüyorum. Bıçaklarım bana güç veriyor. Fındık fidanları korkup dallarını geri geri çekiyorlar. Çay bahçesinde de aynı saygıyı  görüyorum, gücüm ve özgür ruhum karşısında saygı duyuyorlar. Ne ara gittik anlamadım ama biraz sonra soluğu,  kurbanlık boğanın olduğu ahırın önünde aldık babamla. Hayvanı alıp kesim yerine getireceğiz. Babam dedi ki oğlum sen yularını tut. Anlayamadım önce, yulaf mı dedi acaba . La tutsana oğlum! 
Hayvan bizi zorluyor,  çok güçlü tutamıyoruz. Bendeki güç ve cesaret, boğanın boynuzlarını ve duman üfleyen güzel burnunu görünce kendiliğinden geldiği gibi kayboldu. Hani dilimizi anlayacağını bilsem, yular sıkıca elimde lampiri lampiri yürürken;  nasılsıniz abi, buralı mısınız?  kurban da sizler için pek zor, kusura bakmayın, Allah kurtarsın falan diyeceğim.
 Güç ve cesaret gitti ama özgürlüğüm hâlâ ruhumda büyük bir dirayetle  tutunuyor. Korka korka, ayaklarım dolana dolana,  boğayı hedeflediğimiz yere götürdük. Babam bana baktı gülümsedi. Beni taktir etmişti. Gücümü  ve cesaretimi  kaybetsem de artık yeni bir sıfat kazanmıştım: Karizma!
 Ağacın dibine koyduğum bıçaklarımı tekrar elime aldım. Çevreme baktım orta yaşlı ve yaşlı insanlar vardı. Hemen hepsinin dudaklarının arasında  birer sigara ve elinde en az bir bıçak,  belinde de bir silah vardı. Bir an bıçakları tekrar ağacın dibine koyayım dedim ama hayır!  Bıçaklarımla daha iyi hissediyordum. Boğayı ağaca bağladık o sıra,  ki sadece bu bağlama işini anlatsam ayrı bir konu olur. Boğa ağaca da bağlanınca biraz rahatlar gibi oldu. Çevresinde ben,babam, amcalarım, diğer ortaklar varız. Bir iki  başını sevdiler derken gerginliği azaldı.
Kendi kendime lan bu boğayı bana kestirmesin bunlar dedim. Yok canım ne alakası var. O kasap işi, o riski almazlar diyip kendimi rahatlattım
 Bir ara şöyle bir göz ucuyla bakayım dedim, boğa rahatlığın verdiği gazla olduğu yere güzel bir sıçtı. Ben elimde bıçaklarım bir sonraki hamle için köselemin topuklarını gaddarca eziyorum. O sıra amcam bir şey dedi, tam duyamadım. Efendim amca bişey mi dedin dedim." He oğlum şu küreği al da hayvanın bokunu at çimene". Elleri cebinde kafasıyla küreğin yerini gösterdi.    Neyine itiraz edeceksin köy yerinde? Ben bok atmam mı diyeceksin?  
Bıçaklarımı yine ağacın kovuğuna koydum. Küreği elime aldım, takriben üç  kilo boğa bokunu müsait bir yere tahliye ettim. E kürek de kirlendi, bir de onu temizledim. Artık ne karizma kaldı ne özgürlük. Bıçaklarımı ihtiyaç duyana kadar almamaya karar verdim. Günün sonunda anladım ki köy yeri aslında insana öyle duygular vermiyordu ama gerçekleri yüzüne çok sert ve dimdik söylüyordu. 
Bulanık sularda öyle yada böyle bir yerlere taşınabilir, belli makamlar elde etmiş olabilirsiniz ama bu berrak  doğa ve onun güçlü yasaları, bir süre sonra  yetenekleriniz ve gerçekliğinizi yüzünüze haykıran bir ayna gibi dimdik karşınızda durur. Köy, biraz  zamana ihtiyacı olan adil bir hakimdir. 
Bu bayram,  bana kürekle  bok atmak düştü kuzum,  sonraki bayram da biraz daha havalı şeyler olacağına inanıyorum ve  köyümü çok seviyorum. 


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
10.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...