Ana içeriğe atla

TK- 2834 SEFER SAYILI TRABZON UÇAĞI

                                       
Büyük şehirlerin kocaman havalimanlarında ilgimi çeken en önemli şeylerden biri de uçağa gidiş kapıları olmuştur. Uçağın gittiği yer büyük oranda o yörenin halkını taşıdığından; kapının önündeki bekleme salonundan, son güvenlik kontrolünün yapıldığı kuyruğa kadar buram buram gidilecek yöre kokar. 
Örneğin, eğer Erzurum uçağı kapısının önündeyseniz, en hasından Erzurum şivesinin konuşulduğu, kara kaşlı kara gözlü insanlarla; kasketli yaşlılarla , büyük valizlerini bagaja vermenin ruhlarında oluşturduğu geçici tedirginliği üzerinden atamamış pardesulü teyzelerle karşılaşmanız büyük olasılık.
Yada İzmir uçağı kapısının önündeyseniz, çiçekli şalvar giyen yuvarlak yüzlü sevimli bir teyze ile hemen yanında büyük bir ciddiyetle gazete okuyan bir amcayı görmemek işten değildir. 
Sanırım en karakteristik ve sıradışı insan gruplarından biri de Trabzon uçağı kapısında bekleyenlerdir. Eğer bir yerde çabuk çabuk konuşan ve hareket eden, kelimelerin sonlarına ekseriyetle "daa" sözcüğünü ekleyen, kabına sığmayan ve sürekli soru soran bir kitle ile karşılarsanız, hemen karar vermeyin. İçlerinden birini gözünüze kestirin ve bir süre izleyin. Eğer sinirli sinirli konuşuyor ve kısa bir süre sonra neşeli neşeli etrafa gülücük saçıyorsa, Trabzon uçağı kapısında olduğunuz konusunda şüphe kalmadı demektir . Konu uzadı ama aslında anlatmak istediğim uçağın içiydi. Trabzon uçağının içine kulak kabarttıgınızda, en komik fıkraları farkında bile olmadan, günlük hayatlarının bir parçası olarak yaşayan insanlar göreceksiniz. Olaylara ve durumlara bakış açıları, bir toplumu diğerlerine göre farklı kılıyor. Benim tüm bu kanaatlere varışım ise, kahramanlarından birinin de kendimin olduğunu sonradan farkettiğim bu uçak maceralarında başladı. 
İlk kez yirmi üç yaşımda İzmir'den Trabzon'a varmak üzere uçak bileti alırken, gişe memuruna heyecanımdan "ben ilk kez uçağa binecegim " itirafında bulundum. Memur, bu ilk uçuş biletimi cam kenarına keserek itirafımı cesaret madalyası verir gibi ödüllendirdi. Samimi söylüyorum, ben bir süre, gerçekten uçağa ilk kez binenlere zorunlu olarak cam kenarı veriliyor sandım.
Uçağa girdiğimde güler yüzlü bir hostes hoşgeldiniz diyerek herkesi karşılıyordu. Önümdeki yaşlıca bir amca, hostes kızı bastonuyla selamlayarak "sağol gızım hoş buldum" dedi.Yavaş yavaş ilerliyordu. Bir yandan elindeki bilete bir yandan sağına soluna bakıp koltuğunu bulmaya çalıyordu. Koltuğu bulamayınca sıkıldı ve hostese " gızım habu on toguz nümara nerdedur " diye sordu. Hostes bir bilete bir de başının üstündeki bagajda yazan numaraya bakıp nazikçe cevap verdi: " sekiz sıra ileride beyefendi".
Amcam kızdı, "e niye bu gadar yukari goydunuz buni? Bastonunu iki kez yere vurdu. Hostes cevap veremedi çünkü bu sorunun kamu oyunu tatmin edecek bir cevabı yoktu. Amcam geçti yerine oturdu. Ben de peşinden devam edip cam kenarındaki yerime geçtim. Hava henüz kararmamıştı ama akşam üzeriydi. Aşırı heyecanlıyım, aklıma o kötü kötü senaryolar geliyor. Tamam uçak en güvenli taşıma aracıydı da ben binince işler değişebilirdi. Elimi koyacak yer bulamıyorum, kitabımı açtım ama sadece gözüm kitapta, geriye kalan tüm organlarımla düşme tehlikesi yaşıyorum. 
Uçak kalktı, çok güzel bir manzara, heyecan verici. Uçak bir süre yol aldığında artık karanlık da oldu. Servis başladı. Hostes yanımdaki adama " şeker alır mısınız beyefendi "dedi. Adam da "az alayım" diye nazikçe cevap verdi. Az alayım deyince, ben kaşıkla toz şeker veriyorlar sandım. Neyseki hostes iki poşet şeker vererek bu fıkrayı yarım bıraktı. 
Havanın kararması ile benim heyecanım yerini korkuya bıraktı. Hiç bir şeyi göremediğim ve hakim olamadığım bir bilinmezin içinde tam sekiz yüz kilometre hızla gidiyoruz. Ve insanlar herşey çok normalmiş gibi sandviç yiyip çay içiyorlar. Ben de normal davranıp sandviç yiyeceğim dedim, sandviçimden bir ısırık aldım. Sanki yandaki karanlığın içinde bir şeyler oluyordu. Hayır, bakmayacağım, kendimi korkutuyorum dedim. Bir ısırık daha aldım. Ama aynı şey yine gözümü aldı. Kafamı çevirdim, gözlerimi cama dayadım, ellerimle içeriden yansıyan ışığı kesip dışarıdaki görüntüyü netleştirdim . Bu zifiri karanlıkta ışıkları yanıp sönen bir şey vardı. Hayal mi görüyorum dedim. Korkularım bana çocukluktaki gibi olmayan şeyler mi gösteriyordu. Hayır! Dışarda ışıkları yanıp sönen bir cisim vardı ve bize doğru yaklaşıyordu. Eminim yüzüm bembeyaz olmuştu. Yolcular panik olmasın diye yanımdaki adama da söylemedim. Sanırım ya biz yada karşıdan gelen uçak rotadan çıkmıştı. Önce koşup pilota haber vereyim dedim. Fazla zamanımız da yoktu. O sırada hostes yanımdan geçiyordu. Hostes hanım pardon dedim usulca . Sanırım dışarıda bir cisim bize doğru yaklaşıyor, bakar mısınız . Hostes gözleriyle camın ardını bir yokladı ve "endişe edecek bir şey yok beyefendi, onlar kanadın ucundaki ışıklar" diyerek beni bir fıkraya daha konu olmanın dayanılmaz hazzı ile baş başa bıraktı. 
Ben sandviçimden bir ısırık daha aldım ama sanki ben değil de yanımdaki adam çiğniyordu lokmalarımı, rezil olmak ne değişik bir duygudur!
Uçaktan inerken teyzenin biri bana, oğlum Tırabizona mi gelduk dedi.Bu soruya hiç şaşırmadım, evet tiyzecuğum dedim ve uçağın merdivenlerinden yavaş yavaş inip kendimi ait olduğum şehrin kollarına attım...



MUSTAFA KEMAL YAVUZ
12.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceydi. Basık burunlu, önü kelleşen saçlarını arkadan sırtına doğru uzatan, göbekli çirkin bir ihtiyar, “ahlak felsefesinin “ temellerini atıyor , ancak gençleri tuhaf bilgiler ile zehirlediği ve Atina’ya yeni tanrılar getirdiği gerekçesi ile idama mahkum ediliyordu. Sokrates, kendisinden iki bin beş yüz  yıl sonra;  hemen yanı başında yeni tanrılarla tanışmış bir ülkede, idama mahkum olan bir gencin , yaşı henüz ölüme tutmadığından, proteinsiz büyütülüp asıldığından haberi olamadan, zehri bir nefeste dikleyerek bu diyardan göçüp gitti. Ucuz bir baldıran zehirini bir dikişte içemeyecek kadar talihsiz bu gençlerin, boyunları kıtır kıtır kırılırken, Soktates’in heykeli, pişman olmuş şehir ahalisi tarafından , Atina tapınağına bir anıt olarak koyuluyordu. Derler ki ; zamanın ve tüm zamanların en iyi filozofu olan Sokrates’e, dünyanın envai çeşit yerlerinden insanlar gelip, ders almak istemiş ancak Sokrates bu...

DÜNE BENZİYOR YARINLAR

Yordu beni insan olmak Kazanmak Kaybetmek Alışmak... Yordu beni ayık kafalar Defterler Hesaplar Provalar... Donuk günaydınlar Gri sabahlara Her gün daha çok düne benziyor, Yarınlar... Mustafa Kemal Yavuz 2019