Ana içeriğe atla

BERDUŞ

                                                       
Telefonum bir yerlerde çalıyor yine. Ayağımı sürüyerek gittim.Müzik dinleyip çocuklara çorba yaparken,sesi eko yapsın, daha iyi çıksın diye mutfak dolabının içine koymuşum.Arayan bizim Olcay. Geç bir zamanda tanıştık.Trabzon'a gelmiş yoktu epeydir. Görüşelim dedi. Güzel sohbet ederiz onunla. Dolu adamlarla hep güzel sohbet edilir zaten. Muhabbeti açacak, genişletecek, bazen bilmediğin bir şey söyleyecek, ummadığın bir şeyi öğretecek. Ha işte Olcay öyle bir adam. Ancak rahmetli annesini vakitsiz kaybedince, umduğu gibi bir çocukluk geçiremeyen, üvey anne elinde büyüyen, sanırım biraz da bu yüzden erken yara almış, bu yaraları onarmakla biraz fazla zaman geçiren bir arkadaşım.
Bu çocukluk ne tuhaf şey! Neden koca bir çınar, dikildiği günün havasına göre yaprak sallandırır ben anlamış değilim. Bizimki psikolojiyi bozmuş. İlaçlar, doktorlar, cigaralar, alkoller...
Sonra yine ilaçlar ve doktorlar. Önünde sonunda soluğu arabanın torpidosuna yığılmış anti depresanlarda aldırır kötü geçen çocukluk.
Tabureleri deniz kıyısına dizili, bir sahil kafesinde oturduk.
Olcay kafasını dağıtmak için bir yöntem bulmuş. Buradan başlıyor otostopla Egeye,oradan İzmir, Aydın, hoop ver elini Akdeniz. Sonra yine otostopla geri dönüyor. Yirmi yirmi beş gün böyle koyları gezmiş, çadırını kurmuş, akşam yıldızları seyretmiş. Şerefsizim imrendim.Yalnız başına sıcak kumlara uzanıp, yanından büyük bir azimle yürüyen ve denize kavuşmaktan başka hiç bir sahte amaç taşımayan bir kaplumbağa yavrusundan başka ne kumu eşeleyen var, ne de bölen sessizliği. Nemli bulutlara hasret bir yaz gecesi Akdeniz'de , kafanızı yukarı kaldırıp, çılgınca parıldayan yıldızları izlemek ,içlerinden gezegen ayıklamak için illaki kötü bir çocukluk mu geçirmek gerekiyor? Konu bu değil ama...
Eee kardeşim başka ne yaptın koylar güzel mi deyince telefonunu çıkardı. Başladı fotoğrafları açıp parmağıyla değiştirmeye. Burası Fenike, burası Datça derken, adını bir yerlerden duyduğum ve kendimi oralara ait hissettiğim bir sürü cennet gördüm. İyi geçen çocukluğuma mı yanayım,Olcay 'a ne diyeyim diye arada kalmışken Olcay işaret parmağıyla fotoğrafı değiştirmeye devam etti. Bir köpek vardı. Asaleti gözlerinden okunan, sanki Arnavut kaldırımlarda kösele ayakkabısının pençelerini yerlere vurup ağır ağır yürürken, boynunu şöyle bir yana kırıp da hayatın o ağır hesaplarını omuzuna yüklenmiş eski mahalle beyleri gibiydi. Abi ne güzel köpek yaa , aynı insana benziyor dedim. İnsan gibi lan zaten dedi. Bu köpek benim yanımdan dört gün ayrılmadı.
Bizimki yemeğini paylaşmış, adını da Dost koymuş. Dört günlük dostlukları böyle sürmüş gitmiş.
Derken Olcay farklı bir beldeye geçmiş Muğla 'da. Dost da bizimkinin peşinde tâbi. Peşinde dediysem yemin ederim bir köpek gibi değil bir dost gibi tam dört gün yolculuk etmişler. Akşamları bizimki anlatıyor dost dinliyor. Birlikte yıldızları bile seyretmişler. Yüzmüşler beraber. Yüzdük diyince, deve güreşi de oynadiniz mi dedim. Olcay kahkaha attı. Onu böyle gülerken görmek güzeldi. Uzatmayayım bu yeni beldeye geçince ( adını hatırlamıyorum ) burada bir köy lokantasına oturmuş karnını doyurmak için.Yemek söylemiş. Sonra lokantanın sahibi ile sohbet etmiş. Adam sormuş, bizimki nereden nasıl geldiğini anlatmış. Sonra demiş ki Olcay lokantacıya, ya abi bak bu benim yanımdaki köpek var ya çok cins, çok akıllı bir köpek. Arkadaş gibi, dört gündür peşimde. Sen bunu al burada bak. Kalan yemekleri verirsin, buranın köpeği olur, sahiplenir kollar buraları.
Lokantacı Olcay 'a dönüp gülmüş. Kardeşim demiş o zaten buranın köpeği. Adı Berduş .
Sahibi Amerika 'lıydı. Her sene gelir, koyları gezer kamp yapar giderdi. Beş yıl önce burada bir kalp krizi geçirdi. Bu hayvancağız da böyle bir başına kaldı. Nerede bir karavan yada sırt çantalı birini görür peşine gider. Sahibi sanıyor zavallı demiş.
Aslında o köpeğin bir yabancıyı sahibi sanmayacak kadar akıllı olduğunu ikimiz de anladık . Berduş divane olmuş, kalan ömrünü en azından sahibi gibi yaşamaya çalışan insanların peşine giderek, kendince ateş düşen gönlünü teselli ediyordu.
Olcay bunları söyleyince benim içime bir ok saplandı. Çekip de alamadım hemen, burnuma bir sızı geldi. Belki çocukluğum değil ama peşinden bir divane gibi gidemediğim, peşime gelecek divane dostlar bulamadığım bir dünyanın özlemi ve yalnızlığı her yanımı sardı. Bir sigara yaktım, kıyıya çekilip ters çevrilmiş takaların üstünden Karadeniz'e baktım.Gözlerimden iki damla yaş peştemal desenli küçük masa örtüsünün üzerine düştü.
Kanka bak bir ilaç var bundan bir tane alıyorsun kafan acayip rahatlıyor dedi Olcay . Tuhaf bir isim söyledi. Ayağa kalktım, görüşürüz sonra kardeşim dedim. Arabaya binip çalıştırdım, eve gidene kadar hıçkıra hıçkıra sürdüm,ağladım...


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
12.02.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceydi. Basık burunlu, önü kelleşen saçlarını arkadan sırtına doğru uzatan, göbekli çirkin bir ihtiyar, “ahlak felsefesinin “ temellerini atıyor , ancak gençleri tuhaf bilgiler ile zehirlediği ve Atina’ya yeni tanrılar getirdiği gerekçesi ile idama mahkum ediliyordu. Sokrates, kendisinden iki bin beş yüz  yıl sonra;  hemen yanı başında yeni tanrılarla tanışmış bir ülkede, idama mahkum olan bir gencin , yaşı henüz ölüme tutmadığından, proteinsiz büyütülüp asıldığından haberi olamadan, zehri bir nefeste dikleyerek bu diyardan göçüp gitti. Ucuz bir baldıran zehirini bir dikişte içemeyecek kadar talihsiz bu gençlerin, boyunları kıtır kıtır kırılırken, Soktates’in heykeli, pişman olmuş şehir ahalisi tarafından , Atina tapınağına bir anıt olarak koyuluyordu. Derler ki ; zamanın ve tüm zamanların en iyi filozofu olan Sokrates’e, dünyanın envai çeşit yerlerinden insanlar gelip, ders almak istemiş ancak Sokrates bu...

DÜNE BENZİYOR YARINLAR

Yordu beni insan olmak Kazanmak Kaybetmek Alışmak... Yordu beni ayık kafalar Defterler Hesaplar Provalar... Donuk günaydınlar Gri sabahlara Her gün daha çok düne benziyor, Yarınlar... Mustafa Kemal Yavuz 2019