Ana içeriğe atla

KARA KEDİ / ŞAMARLA GELEN LANET


Rutin dini vecibelerimi yalan dünyanın zalım düzenine uyup unuturken, nasıl olur da yirmi yıldır her kara kedi gördüğümde saçımdan bir tel koparmaya üşenmem anlamadım gitti.
 İster yaya olayım, ister aracı ben kullanayım hiç  farketmez, bir kara kedi önümden geçmişse elim panikle saçıma gider ve en kısa sürede  bir saç telimi koparıp havaya üflerim. Son yirmi yılda benim kafamdan kopardığım saçları Süleyman Demirel 'e ekseler ,o dinamizmle üç koalisyon daha kurardı rahmetli.
İşin ilginç yanı, her fırsat bulduğumda bağnazlığı ve batıl gördüğüm inanışları acımasızca eleştiren ben,yıllarca ve hatta şimdi bile kendi batıl inancımın gayet  normal olduğuna  inandım.
Tek suçu tüylerinin siyah olması olan bu gizemli arkadaşın hikayesi ve talihi, tarih  içinde değişmiş durmuş.
 Aslına bakarsanız milattan önce 3000 li yıllarda Mısırlılar bunları kutsal belleyip koruma altına almış, kanunlar ile kendilerine bugün devletin  memuruna tanınmayan haklar tanınmış.Kara kedi  sendikasıydı, denize nazır lojmanlarıydı derken, acayip bir mega star muamelesi görmüşler.  Cenazeleri bazı 21 yüzyıl insanlarınınkinden daha kalabalık olmuş. Helvalar pişmiş, efendim şekerler dağıtılmış.
Sonra orta çağ gelmiş tâbi. Dünyayı öküzün boynuzunda belleyen,  cennetten kredi kartına dokuz taksitle arsa satan Hristiyan alemi, kara kedileri cadılarla ilişkilendirmis. Hayvancağızın makus talihi bir taş atma hadisesi ile başlamış. Bir baba ve oğlu ormanda giderken kara bir  kedi gormusler ve hayvanı  taşlamaya başlamışlar.  Hayvan yaralanmış tabi korkmuş ve ormandaki bir eve girip sığınmış . Bu evde  siyahlar giyen tuhaf yaşlı bir kadın otururmus. Sabah olunca kadının yüzü gözü mor, topallayarak yürüdüğünü görenler,  bu cadının geceleri kara kediye dönüşerek dolaştığını , kendini gizleyip cadılık yaptığını herkeslere  yaymışlar.
Kara haber tez yayılır. Bizim zavallı kedi, olan bitenden habersiz bundan sonraki hayatını kötü bakışlara maruz kalan lanetli bir hayvan olarak geçirmeye başlamış.

On altı yaşıma kadar ben de böyle uyduruk şeylere inanmadım ,anlatandan da  etkilenmedim. Ta ki o  yağmurlu sonbahar gününe kadar. Derse yetişmek için acele ile kendimi okulun dış kapısından içeri attım. Okulun bahçesi toprak kokuyordu.  Hemen önümden kara bir kedi aheste aheste gözümün içine bakarak geçti. Derse yetişemedim,  boş bir sınıfta oturup vakit öldürmeye başladım. O sıra sınıfın kapısı çaldı. Nöbetçi öğrenci idareden beni çağırdılarını söyledi. Allah allah dedim benim burada olduğumu nerden bildiler de buraya adam gönderdiler. Aşağı indim, müdür yardımcısının odasına girdim.  Girer girmez suratıma inen şamarla neye uğradığımı şaşırdım. Gözüm karardı, omurilik soğanımda cücüğünü sorgulayan bir ses duydum. İrkildim, hocam noluyo dedim. Kes lan dedi. Çıktım bişey anlamadım. Önümden geçen kara kedinin laneti aklıma bile gelmedi. Aradan bir iki hafta geçti. Bir tiyatro oyunu için bilet verdiler okuldan. Arkadaşlarla tiyatroya gideceğiz. Babamın yanında aldım soluğu. Baba dedim okuldan bilet verdiler,  yarın akşam sekizde  tiyatroya gideceğiz arkadaşlarla. Saat on birlerde geleceğim. Babam tamam oğlum dedi. Sonraki günü tiyatroya gitmek için evden çıktım. Kestirme bir yol vardı Yenicuma 'dan. Köşeyi döndüm ne göreyim, tam önümde yolun ortasında kapkara bir kedi. Gözleri fer gibi parlıyor. Sanki ,ne işin var lan bu saatte burada der gibi bakıyor. Yemin ederim hayvan gözleriyle konuşuyor. Bir adım sağa bir adım sola. Boynunun altından kaşlarının üstünden bana bakıyor. Pisst lan, b.kyiyenin kara marsığı seni dedim. Oralı bile olmadı.    Orta çağ insanı refleksi ile deli gönlüm bir parça taş aradı. Hayvan önümden gitmiyor. Yanında bıçak felan olsa patisiyle kavuşturup sokacak, o derece fena bakışlar. Ben ayağımı yere sertçe vurunca çıkan sesten rahatsız olup,  gözlerimin içine baka baka önümden geçip gitti.
Tiyatro bitti eve döndüm anahtarımla kapıyı açtım ve saatime baktım. Saat tam on biri beş geçiyordu. Adımımı içeri atar atmaz babamın şamarı fırıncı küreği gibi yüzüme indi. Babam ilk defa bana vurdu. Unuttu mu lan bu adam dün izin aldığımı.  Nasıl olur, şu anda neredeyim derken aldığım darbenin sakinleştirici  etkisiyle duygu dolu anlar yaşayıp hayatımın kısa tarihini analiz ettim .
O anda kafamda şimşek çaktı. Okuldaki önümden geçen  kara kedi, hocadan yediğim şamar. Bugün tiyatroya giderken önümden geçen kara kedi ve babamdan yediğim şamar. Anladım ki lanet bana şamarla geliyordu. Artık üçüncü tokata izin veremezdim. Eskilerin dediği gibi kara kediyi önümden geçerken  görünce, uğursuzluğu defetmek için, saçımdan bir tel koparmaya başladım . Benim batıl inancımın yirmi yıllık  hikayesi bu. Alışkanlıklar da kolay terkedilmiyor ama bilmem, belki bir gün hak yoluna dönerim. Tüm antik  Mısırlı arkadaşlardan özür diliyorum.


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
26.05.2017




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...