
İki türlü ölmek vardır dünyada. Biri yaşarken, diğeri son nefesi vererek ölmek . Son nefesini vermektense, yaşarken ölmeyi yeğleyenler ezici çoğunluğu oluşturduğu için; yaşarken ölmektense son nefesini vermeyi yeğleyenlere tüm dünyada " kahraman " denir. Kahramanların matematiği basittir. İnsan önünde sonunda ölecektir ki, kendinden önceki herkesin bir şekilde ölmesi onu buna ikna etmiştir. Neticede ölüm kaçınılmaz ise kaderi zorlamanın da bir anlamı yoktur. Eğer tek bir canlı bile ölmemeyi başarabilseydi, insan ırkı ölümsüzlüğe tapar, tüm kutsallarını elinin tersiyle bir köşeye iterdi. Ne var ki hâlâ zayıftır ve yer altına namzettir insan ve bunun da bilincindedir.
Canlıların doğadaki gücü, ölebilme ihtimallerinin çeşitliliği ile çok alakalıdır. Bu ihtimal ne kadar çok ise, o canlı o kadar zayıftır. Bir karıncayı öldürecek ihtimaller aşağı yukarı bellidir. Ölmeme ihtimali de öyle. Yani bir karıncaya otomobil çarpıp ölme riskinin matamatiksel bir karşılığı tabiki vardır ancak bu bir realite değildir. Bir antilop doğada çakalın, kurdun, aslanın avı olur, yada kaza geçirir ayağı kırılır, yürüyemez, beslenemez ve ölür. Ama alkole bağlı karaciğer yağlanmasından ölme ihtimali zayıftır. İnsanların arasında dolaşmasına rağmen , çatıdan kafasına kiremit düşüp ölen bir köpek de ömrü hayatınızda duymamış olduğunuz bir şeydir belkide. İnsanı aklınıza gelebilecek herşey ile öldürebilirsiniz ! Eski Çin'in meşhur işkence yöntemlerinden biri de , kişinin saçını kazıyıp , tam kafasının üzerinden ritmik aralıklarla bir damla su bırakmaktır. Bir süre sonra kafasının içine işleyen sese dayanamayan kişi önce çıldırır, sonra büyük bir acıyla ölür. Bir damla suyla!
İnsan doğada zayıftır, çok zayıftır. Bu farkındalığı onu, güçlü olan hayvanları taklit edip ölümden uzak tutmaya itmistir. Buna ölü numarası yapmak dahil ! Bazen ölümün kendisinin,kişiyi ölümden kurtarması da kendi içinde tuhaf bir ironidir ve Türklerin içinde buna çivi çiviyi söker denir. Taklitlerin asıllarını yaşattığı, bir felsefe olarak doğrudur ancak sadece insan, taklit ettiği aslını yok etmekten kendini alıkoyamayan psikopatca bir bencilliğe sahiptir. Çünkü zekanın duygulara hizmet ettiği bir mekanizmada, "diğerleri" geri plana itilmiştir. Bu itilmişlik insan ırkının kendi içerisinde de geçerlidir. Afrika kıtasında her gün otuz beş bin çocuk, açlık ve açlığa bağlı hastalıklar nedeni ile ölürken, büyük devletler böyle bir sorunu olmayan Libya, Irak ve Suriye'ye demokrasi ve barış getirme söylemlerine ikna edecek büyük bir kitle bulabilir, hatta kendi liderlerini kendi halklarına diktatör oldukları gerekçesi ile katlettirebilirler. Bunu yaparken de en yakın müttefiklerini, " krallıkla yönetilen ve yönetimi babadan oğula geçen " bir ülkeden seçebilirler. Dünyada başka bir hiç canlı, insanınki kadar yaşama isteği ile dolu da değildir. Kedi yada köpek besleyenler iyi bilir. Sadık minik dostunuz hasta olup da öleceğini anlayınca, huzur içinde ölmek ve belki de sizi üzmemek için evinden uzaklara gider ve ıssız bir kuytuta ruhunu teslim eder. Yaşama telaşı taşımadan , büyük bir soğukkanlılık ve kabullenişle yapar bunu. Ama insan son ana kadar yaşamak ister. Tarihin en önemli psikopatlarından biri olan Hitler, Yahudi kıyımına başladığında, bir öldürme şekli olarak " gaz odalarını " keşfetmişti. Yine bir gün, içinde kadın ve çocukların da olduğu bir grup Yahudi 'yi banyo yapma yalanı ile bir gaz odasına tıkıp, onlara zehirli gaz soluttuktan sonra,kontrol için odaya giren bir doktor gördüğü manzara karşısında çok ilginç bir tespit yapmıştır. Kurbanlar bir duvarın köşesinde karton kutular gibi üst üste yığılmışlar ve öylece son nefeslerini vermişlerdir. İlginç olan bu şanssız ceset yığınının diziliş şeklidir. En altta çocuklar ve yaşlılar, ortada kadınlar ve en üstte genç erkekler vardır. Yani boğazlarına gazın zehiri zerk olup da soluk alamayan insanlar son ana kadar yaşamaya ve o gaye ile hava alabileceği bir düzeye çıkmaya çalışmış ve bunu yaparken bazılarını aşağı çekmiş, kendinden başka hiç kimseyi düşünememiştir.
Semavi dinler, son düzlükte ölümün kutlu bir seramoni ve sonsuz yaşama geçiş için yegane şans olduğu konusunda insanoğlunun büyük bir kısmını ikna etse de, yine de ölenin arkasından ağlamayı ve ölümden korkmayı bırakabilmiş sayılmayız.
Tüm korkularının üzerine bir aslan gibi atılmaktan çekinmeyen insanoğlunun, değersizliğinin yüzüne vurulduğu en önemli olay ,şüphesiz evrenin merkezi sandığı dünyanın, galakside oldukça önemsiz bir kütleye sahip soluk mavi bir nokta olduğunu ve öküzlerin boynuzlarında olmadığını anladığı zamandır. Yaşamak ve doya doya nefes almak için tek şansı olan dünyayı, aç gözlülüğü ve bencilliğine kurban eden insan ırkının, tümünün ölmemesi de sadece yüzleştiği bu gerçeğe bağlıdır : Başka dünyalara !
Mars gezegeni, yakın bir gelecekte tehlikeye girecek olan insan ırkının devamı için bilim insanlarınca şimdilik tek şans olarak görülüyor. Nasa gibi kurumlar ve Elon Musk gibi sivil liderler, uzaya yerleşmenin ve orada yaşamanın şartlarını zorluyorlar. Hali hazırda parasını peşin ödeyip, ilk kolonide olmak için ismini yazdıran seksen bin kişi olduğunu da hemen hatırlatayım. Nereden nereye...
Dünyada vereceğimiz nefesler sayılı. Hepimize uzayda güzel ölümler dilerim. Bu arada bir Türk ata sözü ile bitirelim. Ölümden öteye bir köy var : MARS
Yorumlar
Yorum Gönder