Ana içeriğe atla

3467

Akşam yatmadan önce borç aldığım, - aslında hâlâ alabildiğim desem daha doğru olur - kişilerin listesini tekrar gözden geçirdim. Dokuz kişiye toplam üç bin dört yüz altmış yedi lira. Benim cebimde ise, elektriği kesmesinler diye ayırdığım fatura param var. Suyumu geçen hafta kestiler. Şükür, evin hemen yanında hâlâ kurumamış eski bir çeşme var. Hayatımda hiç bir gece ışığı söndürüp uyumadım. Ben karanlıktan korkarım da... Uyudum. 1 Nisan 2002 Pazartesi garip bir güne uyandım. Bu tarihi hiç unutmuyorum. Rüyamı o sabah da olmak üzere hep hatırladım. Rüyamda çocuktum, eski komşumuz Bahriye teyzeye bir kamyonet kömür gelmiş, taşımam için benden yardım istiyordu. Yapacak daha iyi bir işim olmadığından ve belki bana harçlık verir umudu ile yardım etmeyi kabul edip kömür torbalarını taşımaya başladım. Kamyonet , evinin önüne tam altmış yedi torba kömür indirmişti. Otuz dördüncü torbayı terastaki kömürlüğe çıkarınca yorulduğumu ve artık taşıyamayacağımı söyledim Bahriye teyzeye. O , iyi kalpli ve adil bir insandı. Bir avuç kavrulmuş fındık ve biraz bozuk para verip beni yolladı. Uyandığımda, aklımda kalanlar bunlardı. Üstümü giyinip dışarıya çıktım. Önce köşebaşındaki terziye yırtılan pantolonumu dikmesi için verecek, sonra da postaneye gidip elektrik faturamı ödeyecektim. Terzi Rauf 'un dükkanına yaklaştığımda , Rauf abi dahil bütün esnafın dışarıya dökülüp kavşağa baktığını gördüm. Yasak konulmuş bir yerden, yolu kısaltmak için sola U dönüşü yapan bir kamyonetin arka tekeri kaldırıma çıkmış, üzerindeki yükün de etkisi ile sağa yatıp devrilmişti. Yükler de yerlere dağılmıştı. Bir sürü kömür çuvalı ! Neyseki şoföre birşey olmamış, adamı kaldırımda bir iskemleye oturtup soğuk bir ayran söylemişler. Ben terzinin dükkanına vardığımda şoför çay faslına geçmiş, esnaf ile samimi bir şekilde sohbet ediyordu. Saate baktım akşam olmak üzereydi, hemen çıkıp faturamı yatırıpyarın sabah gelecek sayaç memurunun elektriği kesmesini engellemeliydim. Terzi dükkanına girdiğimde camdan, yan yatan kamyonetin gözüme ilişen plakasına ve yerdeki kömürlere baktım : 34 K 67 . O an içime bir ürperti geldi. Aynı anda Rauf abi içeri girip "hoşgeldin Mesut" dedi. Rüyamı Rauf abiye anlatmaya yeltenip vazgeçtim. Geç kalıyordum. Hem anlatsam ne çıkacaktı. Kaza bana malum olmuştu işte. Bunlar hep duyduğumuz şeylerdi. Pantolonu verip çıktım. Yarım saat kadar yürüdükten sonra postaneye vardım. " Fatura işlemleri " yazan düğmeye bastım. Numaratörden çıkan kağıtta altmış yedi yazıyordu. Güldüm. Elimdeki altmış yedi nolu fiş ile sıramı bekleyeme başladım. İşlem alan altı bankoda sıra yirmiden gidiyor, sırası gelen çağrıldığı bankoya gidiyordu. Yanımda benim gibi sıra bekleyen yaşlıca bir amcanın çalan telefon sesi postanenin üst katını inletti. Adam, beline taktığı kılıfından cep telefonunu çıkarıp konuşmaya başladı. Konuştukça sinirlendi, işaret parmağı ile baş parmağı arasına sıkıştırdığı sıra fişini sinirli sinirli sallıyor, " yahu bekle on beş dakika postanedeyim , şu faturayı ödeyip geleceğim " diyordu. Ama galiba karşıdaki ses , O'na bu kadar vakit vermedi. " Tamam kapat geliyorum " dedi ve elindeki numarayı bana uzatarak, " ben dükkana gidiyorum, al benim numaramı yazık olmasın bari " dedi. "Sağolun" dedim. Kağıdı alıp baktım, otuz dört yazıyordu. Bir de bendekine baktım. Altmış yedi! Avuçlarımda borçlu olduğum tutardan daha fazlasını ima eden bir fotoğraf vardı ve eğer bu bir oyunsa ben bu oyundan hiç hoşlanmamıştım. Yeni sıra nuramam ikinci bankoda yandı faturamı ödedim ve kendimi alelacele postanenin dışına attım. Temiz hava her zamanki gibi iyi gelmişti. Hemen sağımdaki telefon klubelerinin önünden bir ses yükseldi. " kazı kazı kazıııı, kazı kazaannn " Birden bire, bu tufaf rastlanıları şansa çevirmek geldi aklıma. Öyle ya, bu kadar tesadüf boşuna olamazdı. Ama nasıl ? Cebimde sadece üç lira kalmıştı. İki lirasını ekmek almak için sağ cebime koydum. - "Kaç lira abi kazı kazan ? " diye sordum. - "Elli kuruş abi" dedi adam. - iyi, bana iki tane ver ama , otuz dört ve altmış yedinci sıradaki kartları istiyorum." Adam şaşırdı, biraz da gereksiz bulmuş olacak ki yüzünü buruşturup saymaya başladı. Kartları yerinden kırıp bana verdi. Sağ cebimdeki bir liranın birini alıp ilk kartı kazımaya başladım. İlginç bir şekilde heyecansızdım. Kartımın üzerinde piyangocunun kafasının gölgesini görüyordum. Sanki benden daha heyecanlıydı. Üç tane aynı rakam çıkarsa ödülü kazanacaktım. Basit kuralları oldum olası sevmişimdir. Otuz dördüncü kartta hiç bir şey yoktu. Diğerini kazıdım. İkinci kartın olasılığı o kadar kötüydü ki, son simi kazımaya bile gerek kalmadı. Sessizce küfür edip pis pis güldüm. Belli etmesem de bir hayal kırıklığına uğradım. Ama alışkın olduğum duygulardan biriydi. İlk hayal kırıklığım değildi yani. Ama bu hissiyatın da sokak edebiyatında bir karşılığı vardı. " Gökten binlik deste yağsa, benim avuçlarıma destelerin bantları düşerdi." Piyangocu elimden kartları alıp yırttı ve belindeki çöp bohçasına attı. Ben de önce fırına uğrayıp evin yolunu tutmak üzere yola koyuldum. Elimi sağ cebime attım iki lirayı tuttum ve aniden geri döndüm. - " Bana dört kart ver. Ama üç, dört, altı ve yedinci siradakileri istiyorum "dedim. Adam kartları dediğim yerlerden kesti ve bana verdi. İlkinden yüz bin, son karttan yirmi bin lira ikramiye kazandım. Gözlerim zavallı bir hissiyatla doldu, sanırım bu şehirde bu akşam yüz yirmi bin lirası olup da bir parça ekmek yiyemeden uyuyacak tek insan bendim. Çünkü saat akşam beşi geçmiş ve devlet daireleri kapanmıştı.Cebimde beş kuruş bile kalmamıştı ve ikramiyeyi almak için yarını bekleyecektim. Eve dönerken terzi Rauf 'un yanına uğradım. Kamyonetin sahibini sordum ne yaptı diye . - "Yahu Adam eski komşumuzmuş , benim de çocukluk arkadaşım. Küçük caminin arkasındaki bahçeli evde oturan rahmetli Bahriye teyzeyi hatırladın mı? He işte, O'nun nun oğlu İrfan. Ta seksenlerde İstanbul'a gitmişti . Şimdi bir işleri düşmüş kendi gelmek istemiş. Ahh rahmetli Bahriye teyze, herkesin sırtında bir iyiliği vardı. Kaldı mı öyle komşular Mesut!" Benim dünyam durdu, "Allah rahmet eylesin" dedim. Rauf abi bişeyler söylemeye devam etti. Polisler gelmiş zabıt tutmuş, sonra bir vinçle kamyoneti kaldırmışlar. Arızası yokmuş, kömürleri yükleyip yoluna devam etmiş. Ben dikilen pantolonumu alıp eve çıktım. Belki yiyecek bir ekmeğim yoktu ama karnımda bir iyiliğin, birden fazla karşılığı olduğunu bilmenin tokluğu vardı...


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
12.04.2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceydi. Basık burunlu, önü kelleşen saçlarını arkadan sırtına doğru uzatan, göbekli çirkin bir ihtiyar, “ahlak felsefesinin “ temellerini atıyor , ancak gençleri tuhaf bilgiler ile zehirlediği ve Atina’ya yeni tanrılar getirdiği gerekçesi ile idama mahkum ediliyordu. Sokrates, kendisinden iki bin beş yüz  yıl sonra;  hemen yanı başında yeni tanrılarla tanışmış bir ülkede, idama mahkum olan bir gencin , yaşı henüz ölüme tutmadığından, proteinsiz büyütülüp asıldığından haberi olamadan, zehri bir nefeste dikleyerek bu diyardan göçüp gitti. Ucuz bir baldıran zehirini bir dikişte içemeyecek kadar talihsiz bu gençlerin, boyunları kıtır kıtır kırılırken, Soktates’in heykeli, pişman olmuş şehir ahalisi tarafından , Atina tapınağına bir anıt olarak koyuluyordu. Derler ki ; zamanın ve tüm zamanların en iyi filozofu olan Sokrates’e, dünyanın envai çeşit yerlerinden insanlar gelip, ders almak istemiş ancak Sokrates bu...

DÜNE BENZİYOR YARINLAR

Yordu beni insan olmak Kazanmak Kaybetmek Alışmak... Yordu beni ayık kafalar Defterler Hesaplar Provalar... Donuk günaydınlar Gri sabahlara Her gün daha çok düne benziyor, Yarınlar... Mustafa Kemal Yavuz 2019