Ana içeriğe atla

DÖRDÜNCÜ KATTAN GELEN SUCUK KOKUSU



Amcamın yıllık ücretini peşin verdiği özel yurdun, dördüncü katındaki iki kişilik odaya valizimi sürükleyerek girdim. İki bin bir yılının  Eylül ayı başında dahi, İzmir 'de  fena bir nem ve  insanı betondan soğutan acayip bir sıcak vardı. Ranzanın üst katına postu serme nedenim, gelecek olan oda arkadaşıma bir dirseğimi yatağa verip, tespihle  şekil yapmak değil, geceleyin camı rahat rahat açıp gizlice sigaramı içebilmekti. Kendisine sonradan hep "Kayserili" diye hitap edeceğim  Muhammed de bir gün sonra geldi, istemeye istemeye yarım ağız alt kata razı oldu.
 Kayserili de güzel sigara içerdi. Ara sıra yukarıdan aşağıya ona türlü muziplikler yapar, ilişkimize taze tatlar katardım. Mesela,  kafasına üstten su döker,  yada deodorantı çakmakla tutuşturur ateş oklarına maruz bırakırdım. Kayserili sakin ve sabırlı çocuktu, birbirimizi sevdiğimizi bildiği için,gece söylenir, sabah kahkaha ile gülerdi.
Bornova 'da kampüsün tam karşısındaki bu yurtta Kayserili ile diyalogları ilerlettik. Bir akşam, çay kahve faslı otururken birden bire horoz yürüyüşüne benzer bir yürüyüşle hareket ederek " alın lan aç karnınız doysun " dedi ve artislik hareketlerle dolabından birşey alıp geldi. Ne oğlum bu dedim. Sucuk ortak dedi. Babamgil memleketten gönderdi. Neydi ne değildi derken sucuğun yarısını götürdüm. Kayseri sucuğu dedikleri bu olsa gerek. Tadı damağımda kaldı. Çok sağol kardeşim dedim. Yok mu başka yaa? 
Yok valla ortak dedi.
Sabah oldu okula gittik, yurda döndüğümde daha odaya girmeden sucuk kokusu dördüncü katı sarmıştı. İçime çeke çeke kokuyu takip ettim. Odaya daldım, bizimki başka bir elemanla ekmek arası sucuk götürüyor. Manzarayı açıklamaktansa, bana da bir yarım vermenin mantıklı olacağı konusunda hemfikir kaldık. Yedikten sonra  bu sefer diğer arkadaş benim evvelki gün sorduğum soruyu tekrar etti. Başka var mı kardeşim? 
Kayserili üzgünce kaçırdı gözlerini. Yok ortak dedi sonunu yedik valla. La oğlum dedim,  dün bana da yok dedin,  bugün sucuk kokusundan odaya girilmiyor. Aç lan dolabı delikanlıysan. Ayıp ettin ortağım dedi, fındık kilidinin anahtarını lacivert eşofmanının cebinden çıkarıp emin adımlarla  dolaba yürüdü. Biz de peşinden. Dolabı iyice kontrol ettik. Gerçekten de hanımeller bisküvisinden başka birşey yoktu. Sağol kardeşim dedik. Geceyi yaptık. Ben üst katta, kitabın sayfasını yarın kaldığım yerden devam etmek üzere içine kıvırırken, dudaklarımın  arasına  attığım tek dal sigarayı yakmak için elimi ranzanın sağındaki pencerenin koluna uzattım. Kayserili kendini  çoktan horlama moduna almıştı.
Pencerenin kolu ağırlaşmış, her zamankinden zor açıldı. Bu,  benim de yorgun düştüğüm ve artık uyumam gerektiği anlamına geliyordu. Sigaramı yarıda söndürüp içi yarısına  kadar su dolu bardağa attım. Bardağı pervazın kenarına itip, pencereyi kapattım. Tak diye bir ses duydum. İrkildim. Gecenin üçünde dördüncü kata hırsız mı tırmanıyor lan? Elimde ağırlaşan pencereyi hızlıca bir kez  daha açtım,  bir tak sesi daha. Kimse yok. Bu sefer pencereyi geriye kadar açıp cama baktım. Dış koluna bağlanmış bişey var, cama çarpıyor.  Karanlıkta tutup  seçmeye çalıştım. Sucuk lan bu!  Aşağıya, ikinci kata kadar sarkıyor sucuklar.
Ondan sonraki günler sarkan sucukların boyu bir metreye kadar düştü. Sabah akşam sucuk yiyoruz yurtta. Yemeklerde herkesin içinde mahsus soruyorum bizimkine, ya oğlum çıkar şu dolaptan bir sucuk daha sevaptır öğrenciyiz diyorum. Olsa dükkan senin ortağım diyor. Tabi bizimki hariç tüm yurt mevzuyu biliyor, herkesin gözünden yaş geliyor gülmekten.
Kayserili  bir hafta sonra mevzuya uyandı. Lan benim sucuklarımı sen mi yedin dedi. Yok oğlum ne sucuğu,  senin dolabında sadece  hanımeli bisküvi vardı dedim. Gülmeye başlayınca durumu hepten anladı. Ben onları kurutup satacaktım, ver lan sucuklarımı geri dedi, üzerime yürüttü. Ben gülmekten zaten karşılık veremiyorum.
Ondan sonra kalanları sattı mı vallahi ben de hatırlamıyorum. Ama aklıma bir şarkı geldi benim güzel kalpli kardeşim,  ham sucuğu kopardılar dalından, hakkını helal et.


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
07.07.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...