Ana içeriğe atla

BENİ BURADA BIRAK



Kötü bir kabusun üzerine , yüzümde zincir gibi terlerle  uyanabilmeyi ne çok isterdim. Bizden öncekilerin tarih boyunca anlamladırmaya çalıştığı ama başaramadığı bu saçma hayatın , aslında sıradan gerçeklerin mantıklı bir kombinasyonu ve nasıl olsa benim gibi herkesin de bir ölümlü olduğunu kendime tekrar  hatırlatır, geceleyin tost ekmeğinin arasına çift kaşar koyardım sakince... Göbeğimi de yanıma alır, gece programlarına takılırdım. Gözüm yine dalar, yarın ki güzel sabahıma keyifli bir  ağız şapırdatırdım.
Ancak bu yoğun karabasanlar artık canımı yakmaya başladığından beri, uykularım da yörüngesinden çıktı. Uzayda amaçsız süzülen, çizgili pijama giyinmiş bir uyur gezerim! Cebimdeki paket bir düşerse yanlışlıkla, tüm galaksi sigaraya başlarmış gibi geliyor. Uzay ne kadar kalabalık ve yalnız; aynı İstanbul gibi... Canım yandıkça, göçmen bir kuşun kanatlarına yapışıyor çığlığım, sıcak yerlere göçüyor kötü kehanetim, mutsuz yuvalar, son darbeyi benden yiyip bahtsızlıgımla dağılıyor!
Porsuklar bile akıntıya kapılmamak için el ele tutuşup uyurken, benim bu boşluk akan nehirlerimin kenarında tutacak bir dalım bile yok! Akıntıya kapılalı yıllar oldu,  boğulup da ölemiyorum. Hem tutacak dal bulamıyorum hem de dalları gözüme giren şu güzel ağacın adını bilmiyorum. İtiraf et!  onu bir canlı olarak görmüyoruz. İnsanoğlu faydasını ölçemedigi hiç bir şeye canlı demiyor . Deniz manzarasını kapatıyor diye bin yıllık bir ağacı, kıtır kıtır kesiveriyoruz . Öyleyse söyle bir yanımız neden hep mutsuz ? Bir yanımız hep çocuk, bir yanımız hep acımasız, hep kahpe, hep karanlık, hep yercekimsiz, havada hep, hep uçarı, omurgasız,  hep pelte...
Şu anda  pekala önünde minik bir posta kutusu ve hatırı sayılır bir mısır tarlası olan müstakil bir evde yaşıyor,  bir yandan Sabahattin Ali şiirleri okurken bir yandan soğuk rakı dolduyor olabilirdim. Bir yandan kendi mezarımdan santim santim toprak atarken saksılara yeni çiçeklerim için, bir yandan öndeki toprak yolu toza boğan Şavrole' nin arkasından küfür edip gülüyor olabilirdim.
Bana yalnızlığın ne olduğunu soruyorsun,  sorma! Bana yalnızlığın neden önemli olduğunu sor! Bunu oturup konuşalım naftaline boğulan arka odada. Yadırgama sana hâlâ eski masallar anlatmamı. Benim bildiğim en eski ve güzel masal hâlâ Adem ve Havva 'nın garip hikayesidir. Adem önce yalnızdı ve elma değildi O'nu cennetten kovan,  asıl yalnızlığına olan ihanetiydi. Ama sen yine de saf bir erkeğin sağ kaburgasının, ilk aşkın sihirli  mayası olduğunu söyle kendine ne olur! Herkes gibi ye, iç ve inan. Bazen de kendini Ganj 'da vaftiz edilen bir bebek gibi düşün olur mu,  büyü ve Nirvana 'ya ulaş.
Her yalnızı asil sanma ayrıca ve bana giderken "sen bilirsin" deme. Yalnızlık tercih değildir. İnsan seçmez yalnızlığı... İki tür yalnız vardır bak :  Biri yalnızlığa terkedilen,  diğeri kalabalığı terkeden. Bense ikisinin tam ortasındayım. Beni burada bırak çünkü; ne seninle gelebilirim ne burada kalabilirim...


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
22.07.2017


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ

SOKRATES'İN EKSİK HEYKELİ Bundan yaklaşık iki bin beş yüz yıl önceydi. Basık burunlu, önü kelleşen saçlarını arkadan sırtına doğru uzatan, göbekli çirkin bir ihtiyar, “ahlak felsefesinin “ temellerini atıyor , ancak gençleri tuhaf bilgiler ile zehirlediği ve Atina’ya yeni tanrılar getirdiği gerekçesi ile idama mahkum ediliyordu. Sokrates, kendisinden iki bin beş yüz  yıl sonra;  hemen yanı başında yeni tanrılarla tanışmış bir ülkede, idama mahkum olan bir gencin , yaşı henüz ölüme tutmadığından, proteinsiz büyütülüp asıldığından haberi olamadan, zehri bir nefeste dikleyerek bu diyardan göçüp gitti. Ucuz bir baldıran zehirini bir dikişte içemeyecek kadar talihsiz bu gençlerin, boyunları kıtır kıtır kırılırken, Soktates’in heykeli, pişman olmuş şehir ahalisi tarafından , Atina tapınağına bir anıt olarak koyuluyordu. Derler ki ; zamanın ve tüm zamanların en iyi filozofu olan Sokrates’e, dünyanın envai çeşit yerlerinden insanlar gelip, ders almak istemiş ancak Sokrates bu...

DÜNE BENZİYOR YARINLAR

Yordu beni insan olmak Kazanmak Kaybetmek Alışmak... Yordu beni ayık kafalar Defterler Hesaplar Provalar... Donuk günaydınlar Gri sabahlara Her gün daha çok düne benziyor, Yarınlar... Mustafa Kemal Yavuz 2019