Başlıktaki kelimenin anlamı hakkında bir fikriniz yoksa, onu İspanyollar'a ait bir yerel halk oyunu adı sanabilirsiniz. Ancak öyle değil. Dekadans Fransızca bir kelime ve "yozlaşma, çürüme" anlamına geliyor.
Asırlar boyunca, dünya milletleri arasında, asaletinden ve mağrurluğundan ödün vermeden yaşayan, bunu yaparken de bilimin ve zenginliğin nimetlerinden fazlasıyla faydalanan doğu halklarının bugünkü durumunu özetleyen bir kelime aynı zamanda.
Ancak yine de konunun İspanya ile şöyle bir bağlatısını kurabilirim. Onuncu yüzyılda yaşamış, ünlü müslüman tıpçı Zehravi, bir Endülüslü'dür. Zehravi'nin meşhur kitabı Cerrahiye, asırlarca Avrupa üniversitelerinde okutulmuş, bugünün modern Avrupa tıbbının alt yapısını oluşturmuştur. Ancak gelin görün ki, Cerrahiye 'nin Avrupa' daki son baskı tarihi 1778 'dir. İşin Türkçesi, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Artık Müslümanların kendisi dahi, tıp öğrenimi için Tebriz yada Şam yerine Viyana yahut Paris' i tercih eder hale gelecektir. Batı tıbbı, İslam tıbbına fark atmaya başlamıştır ve bu fark, elinden bilimsel merakı ve zenginliği giden ama boş mağrurluğu hep baki alan bizlerin, koşullanmış çaresizliği altında, gittikçe derinleşecektir. Bu geri kalış, hemen hemen tüm alanlarda ve neredeyse eş zamanlı olarak, lanetli bir ağ gibi tüm imparatorluğu ve onun içindekileri hiç acımadan saracaktır.
Yine de savaş meydanlarında okkalı bir tokat yemedikçe, geri kaldığını anlayamayan atalarımızın arasında, sorunun daha büyük ve genel olduğunu düşünmeyenler de yok değildi. Ama bir şekilde ya azınlıkta kaldılar ya da çoğunluğu uzun süre ellerinde tutamadılar. Biz Türklerin, son iki yüz yıllık tarihi, bu son cümlenin arasında sıkışmış kalmıştır desem abartmış sayılmam.
Yozlaşmaktan daha kötü olan bir şey varsa o da yozlaştığının farkına varamamaktır. Bunun için de ciddi bir eğitim ve birikim gerekir.
Benim Türk dekandasını yorumlayışım, ilginç ama, bir sigorta şirketinin bölge yapılanması üzerinden olacak. Size de ilginç geldiyse buyrun devam edelim.
Bundan önceki çalıştığım firmam yeni bir bölge yapılanmasına gidince, Sivas ili de benim çalışma alanlarım arasına girmiş oldu. Yeni iş ortaklarımızla tanışmak ve çalışmak üzere arabaya atladım ve hayatımda ilk kez göreceğim Sivas'a gittim. İlk kez gittiğim şehirlerin bende bırakacağı etkiyi hep merak etmişimdir. Sivas'la ilgili duyduklarım, İstanbul 'da sayıca çok fazla olduklarından başka, meşhur kangal köpekleri ve milli mücadelede önemli bir kongreye ev sahipliği yapmalarıydı. Pardon, bir de kışın Trabzonspor için dondurucu derecede zor deplasman olduğunu biliyorum, bizim forvet Umut Bulut' un kulakları donmuştu.
Neyseki ben güneşli bir yaz günü gittim Sivas'a. Uzun gündüzlerden yararlanıp, işten sonra akşama doğru her zaman yaptığım gibi, şehri keşfetmek için kendimi dışarı attım.
Benim gibi yokuşlarda doğmuş, büyümüş, oynamış insanlar için böylesine düz bir memleket; doğrusu kafadan bir puan yazar haneye. Ama şaka bir tarafa, Sivas en güzellerini kıskandıracak derecede güzel ve büyüleyici bir şehir. Geçmişin koridorlarından insanı sürekli dürten ve bir zamanlar bu düzlüklerde çok önemli insanların at koşturduğunu ve önemli kararların alındığını iliklerinize kadar hissettiğiniz bir şehir. Eğer hala Sivas 'ı görmediyseniz ilk fırsatta görün derim . Sivas' ın insanı da gerçekten standartların üstünde bir asalete sahip yada bana hep iyileri denk geldi bilemedim.
Hemen tarihi kent meydanındaki muhteşem diğer güzelliklerden biri olan Buruciye Medresesi'ne girdim. Selçuklu Sultanı üçüncü Gıyasettin Keyhüsrev döneminde , bundan neredeyse, yedi yüz elli sene önce yaptırılmış. İran Hamedan'dan gelen bir bilim adamı, Muzaffer Burucerdi tarafından fizik, kimya ve astronomi okulu olarak kurulmuş. Etkilenmemek, gururlanmamak elde değil. Demek ki o zamanki Sivas da, şimdinin Londra'sı, Chicago 'su yada Kanada 'sı gibi, özgür bilimi teşvik etmiş, bilim insanlarını tek bir amaç için ikna edebilecek bir organizasyon kurmayı başarabilmiştir. Roma'da Bruno'nun canlı canlı yakılmasından üç yüz otuz yıl, Galileo 'nun bilimsel düşüncelerinden ötürü yargılanmasından ve artık kitap yazmasının yasaklanmasından neredeyse üç yüz yetmiş sene önce!
Kendime bir köşe buldum ve orada duvarları izlemeye başladım. İşçilikteki kaliteyi ve zevki, kapıların insana huzur veren genişliği ve şeklini... Ortada bir havuz vardı. Yıldızlar ve ayın aksini gece karanlığında havuza düşürüyorlardı incelemek için dedi ziyaretçilerden biri arkadaşına.
Neden dedim kendime, nasıl olabilir. Bunca gerileyiş, geri kalışı sorgulamaya başladım. Bu sırada havuz başında bir kitaplık ilişti gözüme. Bu harika yer ile ilgili daha geniş bilgi edinirim umuduyla, yaklaştım kitaplığa. Bir kitap seçtim: Namaz hocam.
Yerine koydum bir tane daha : Ölümden Sonra Kabir Hayatı.
Bir tane daha : Fallar, Nazarlar, Büyüler...
Bırakın geniş bilgiyi, kitaplıkta ne bir kimya, ne bir fizik kitabına denk geldim. Astronomi hak getire, ismi bile yabancı. Velhasıl kelam,
Buruciye artık Buruciye değildi. Başka bir şeye dönüşmüştü. Ve bizi, astronomiyi batıdan öğrenmeye mecbur eden yeni bir çağ başlamıştı.
Elbette yozlaşmanın bir çok sebebi var. Belkide Buruciye'yi yozlaştıran düşünce dini de yozlaştırdı,tartışılır.
Bugün bile hala anlaşamadığımız konuların başında galiba bu geliyor. Ama her ne olursa olsun, şunu unutmamak gerekir. Atalarımız bu topraklarda bir zamanlar kendilerine ve tüm insanlığa ışık olan bir sistem yaratmayı ve onu yüzyıllarca sürdürmeyi başardılar. Belkide değiştirmemiz gereken sadece küçük bir bakış açısıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder