Denizlerin bize hediye ettiği güzel deyimlerden biridir “dibe
vurmak." Oyuk, çukur, bir şeyin en alt bölümü, tabanı anlamına geliyor dip. Dibe vurmak ise her şeyin bittiği ,
imkanların imkansız olduğu, çaresizlik bayrağının çekildiği an demek oluyor.
Peki gerçekten öyle mi ? Dibe vurmak bu kadar kötü bir şey mi?
Kötü olan ve korkulan aslında dibe vurmak değil boğulmaktır
ve maalesef işin en acı ve göz ardı edilen kısmı bazen dibe vurmadan
boğulmaktır. Eğer dibe vuracak nefesimiz ve zamanımız varsa bunu, "yaşamak" ve "her
şeyi yeniden daha iyi kurmak" için kullanabiliriz. Hayat paradoks ve ironilerle
dolu ama bence dibe vurmak sanıldığı kadar kötü bir şey değil. Kaderi mecazlaşmış ne kadar deyim varsa, ilk
ve gerçek anlamlarından güç ve ilham almaya devam ederlerler. Ben de bir gün
gerçekten ama gerçekten dibe vurdum. Belki de sayının, başka kıtalar ve
halklarca varsayılan uğursuzluğu, ya da daha önce tamamen boğulmayacak kadar şanslı olmamdan bilemiyorum, ama on üç
yaşındaydım. Çocukluğumuz önümüze iki şey koydu: Ya gün boyu koşulacak bayırlar
ya da bir fırsatını bulup kaçılacak mavi
deryâlar. Biz genelde ikinciyi tercih ederdik.
Ancak, az gelişmiş şehirlerin
ve güvenilir çevrenin çocuklara en büyük hediyesi olan “özgür ve mutlu
çocukluğun”, bir de bedeli vardı :
Zamansız ölmek…
Herkesin içten içe bildiği ama pek dile getirmediği bu durum
, akşam ezanı vakti kapıların çalınması ve
ailenin aynı sayıda günü bitirmesi ile son bulur ve gönüller ferahlardı. Bizimki
gibi küçük sahil şehirlerinde, gençlerin
istikbalini en çok tehdit eden mevsim yazdır. Günün çoğunu dışarıda geçirmekten
başka en büyük tehlike, sıcakla birleşen
nemin canına okumak için gittiğimiz denizlerdi. Annelerin en çok korktuğu,
evden çıkmadan önce gidilmemesini tembihlediği , uğruna abilerden çokça dayak yenen deniz…
İlk kez denize izinsiz kaçtığımda Ganita henüz betona
gömülmemişti. O koyun kuzey tarafında da şimdiki taşlarla doldurulan yerde, belkide
dünyanın en küçük ve en güzel kumsallarından biri vardı. Sanırım ilkokul iki ya da üçe gidiyordum.
Yüzmeyi de orada öğrendim, birkaç kez boğulma tehlikesi geçirdim.
Hayat, sekiz dokuz yaşlarındaki bir çocuğun ailesinden
izinsiz , uzak sayılabilecek bir yerlerde denize gidebileceği kadar özgür
görünse de ,bizimki hoş olmayan bir kadercilikti. Yine de dünyanın genel kuralıdır;
bir yanlışı ne kadar çok kişi yaparsa, yanlış o kadar meşrulaşır, günahlar o kadar mekruhlaşır!
O zamanlar mahallede bir ben değil, hemen hemen tüm çocuklar
bu macerayı sabah evden adımını dışarı attığından itibaren yaşamaya başlardı. Bizden
daha acı vakâlar olduğunu geçenlerde okudum. Mesela Bangladeş’de yılda on yedi
bin insan denizde boğularak ölüyormuş. Tabi ki bunların çoğu çocuk. Acaba hepsi
dibe vurdu mu? Sahi o kadar şanslı mıydılar?
On üçümde bir çocukken ben de, üç arkadaşımla Akçaâbat’a denize
gittik. Cebimizdeki otobüs biletinden
başka sermayemiz olmasa da, arkadaşım Temel, deniz tutkunlarının vazgeçemediği
aracı bulmuş, büyük bir deniz yatağı getirmişti. Hayatımın hiçbir döneminde çok
iyi bir yüzücü olamadım, ama bu denize aşık çocuk ruhumuzu da hiç yaralayamadı.
Deniz yatağının , biz Türkler’e “yatmak” işlevinden daha çok ”açılmak”
konusunda ilginç pratikler sağladığını fark ettiğimizde, üç arkadaş
deniz yatağının üzerinde kıyıdan epey
uzaklaşmıştık.
Artık açıktaki kayıklar yanımızdan geçiyor, kafamı büyük ve sivri dişli balıkların korkusu allak bullak
ediyordu. “Hadi artık dönelim” dediğimi hatırlıyorum, üzerimize büyük bir kayık
gelmeye başladı. Kayıktaki adam el işaretleri ile önünden çekilmemizi
istiyordu. Hepimiz birden yataktan atladık, çil yavrusu gibi dağılıp kenarlara
yüzmeye başladık. Kayık, yatağa çarparak ortadan geçti.
Şoku atlatınca hepimiz birden tekrar hızlı hızlı deniz
yatağına yüzmeye başladık. Bu sırada deniz yatağı da akıntının etkisi ile biraz uzaklaştı. Temel iyi yüzerdi, hepimizden önce
vardı yatağa ve hayatımdaki en kötü şakalardan birini yaptı. Deniz yatağını
aldı ve kendi başına ,açığa doğru yüzüp uzaklaşmaya
başladı. Seslendim,bağırdım, kızdım ama o gülerek uzaklaşmaya devam etti. Tek çare kıyıya yüzmekti, ben de onu
yaptım. Yüzmeye başladım. Diğer arkadaşım
Barış, benden iyi yüzerdi, bana her saniye fark atarak, O da kıyıya yüzmeye
başladı. Aradan biraz zaman geçti, çok
yoruldum kafamı kaldırdım. Barış neredeyse kıyıya varmak üzereydi. Nefesim ,
kollarım, ayaklarım, belim her şeyimle bittim, artık gidemiyordum. İstesem de
gidemiyordum. Bu çok kötü bir his çünkü insanın kendinden vazgeçmeye başladığı
bir an. Artık olmuyor, ne yapayım ,ölürsem de öleyim diyorsun. Ben de öyle
dedim, kendimi serin suların içine bıraktım. Hiç boğuluyormuş gibi ellerimi de
çırpmadım , zaten ne olduğunu ne olacağını gördüm. Sadece bu ıstırap bitsin ve
dinleneyim istedim. Bir bozuk para gibi yavaş yavaş dibe çökmeye
başladım, artık balıklardan da korkmuyordum. Hiçbir şeyden korkmuyordum. İçimde
merak vardı sadece. Yaşamak için, dibe
vuracak kadar zamanım var mıydı?
Ölmeden önce kollarımı ovdum son kez, boynumu yavaşça sağa sola çevirip rahatlattım. Ne
annem ne babam, ne ailem hiçbir şey, aklıma sadece abdestli olup olmadığım geldi. Çocukların îmânı gerçektir onu da orada anladım.
Tabi ki bu satırları hâlâ yazabiliyorsam bir yerlerde bir
şeyler iyi gitti demektir. Az sonra ayaklarım yere bastı, dibe vurdum! Son bir
gayretle dizlerimden destek alıp kendimi yukarıya ittim. Başım sudan dışarı
çıktığında kumsal daha yakın göründü gözüme. Kalan mesafeyi her şeyimle yüzdüm, yine şanslıydım, hâlâ hayattaydım.
Bu olay bana birden fazla ders verdi. Cahillikle ilgili,
cesaretle ilgili, şakayla ilgili, arkadaşlıkla ilgili bir çok ders.Ama en önemli ders “ dibe
vurmak” la ilgiliydi. Artık hayatımın hiçbir döneminde, dibe vurmanın bir bitiş
olduğunu kabûllenmeyecektim.
Her zaman bir çıkış yolu vardır, yeter ki durup düşünecek,
sakinleşip dinlenecek, yâni dibe vuracak kadar zamanımız olsun.
Ha, bu arada, bazı şiirler kulağa kopuk ve saçma gelir. Onları
sadece gerçek hikâyelerini bilenler anlar. Bu şiir gibi mesela…
DİP
Bir fenik gibi düşerim suya
Sana göre hızlı bana göre yavaş
Batarım tüm hayatım
Ağzımdan
çıkan bir baloncuğa sığarken
Ne
çare,
Can tatlı,hayat güzeldir
Anlarım,
Tabanlarım ıslak kuma değerken
Ve yeniden denerim yaşamayı.
MUSTAFA KEMAL YAVUZ
15.07.2019
Yorumlar
Yorum Gönder