“Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz kimselerde bulunmaz” der
Hz. Ömer. Bu anlamda kişilerin, ucuz
kimseleri, kıymetli kimselerden ayırma ve
yoluna gerçekten dürüst olanlarla devam etme çabası hep var olmuştur. Bu çaba, bazen bir aileyi, bazen bir
şirketi, bazen de bir devleti
kurtarmıştır. Ya da tam tersi, dürüstü
sahteden ayıramama durumu; nice ailelerin, şirketlerin ve devletlerin sonunu
getirmiştir.
Eskiden beri insanlar her önemli kararda, atalarından
gördükleri ve genelde doğru sonuç veren davranışlardan haklı olarak
vazgeçmemişlerdir. Dürüst olanı
belirlemek yada bir kişinin dürüstlüğünü ortaya koymak için uygulanagelen en bilindik yöntemlerden biri o kişiyi sınamaktır. Bu “sınamak” meselesi ,
sınayan kişinin imkân ve zekâsına göre değişse de sonuçlar genel itibari ile
hep aynıdır. Gerçekten sahtekâr olan kişi en küçük bir güven testinde bile
sınıfta kalacaktır. Çünkü sahtekârlık, şartlanılmış bir reflekstir ve insan
mizâcı bu yöne ciddi meyillidir. Dürüst olmak ise belli bir eğitim, birikim ve
çaba gerektirir.
Henüz lisede bir öğrenciyken yaz tatillerinde babamın, beni bir yerlerde
çalıştırmak istemesini bir türlü anlayamadım. Miskinliği seviyor, beni
eğlendirecek bir şeyler bulmayı beceriyordum ve
canım da sıkılmıyordu. Maddi durumumuz fenâ değildi. Buna rağmen
arkadaşlarımın çoğu henüz uykularının en güzel yerindeyken, ben Trabzon Valiliği’nin
karşısındaki küçük bir çay ocağında, elimde bir tepsiyle buldum kendimi.
Sabahın erken saatlerinde afyonu henüz patlamamış esnaf için, tepsime neredeyse
bir düzine çay koydu usta. On ikiye yedi santimetre kesilmiş yarı ıslak bir teksir
kağıdının üzerine dükkan isimlerini ve oralara bırakılacak çay adetlerini de
yazıp, beni ilk servisimle baş başa
bıraktı. Önce fotokopicinin çayını verdim, teşekkür etsinler diye gözlerine
bakıp gülümsedim, iş hayatında yanıldığım ilk andı! Daha ileride bir fotoğrafçı vardı, beni
tanıdı, hayırlı olsun dedi ve çayını tepsiden kendi aldı. Biraz daha ileride
babamın restoranı… Babama çayını verdim, göz göze geldik. Neden bana bu eziyeti
yapıyorsun der gibi baktım gözlerine, oralı olmadı. Çıkarken sordu “yoruldun
mu” diye.
Saat öğle olmak üzereydi, susmak bilmeyen diafon en çok su toplamış tabanlarımda cızırdıyordu.
Ağrı, acı, isyan ve öğle arası erken gelen istifa…
Babam halime güldü sadece, kızmadı. Ama üç gün sonra bana
alt caddede yeni bir iş bulmuştu. Sezgin Usta’nın mobilya satış ofisinde müşteri
karşılayacaktım. Bu yeni işin en ağır tarafı günde beş on dakika temizlik
yapmaktı. Çok sık müşteri de gelmiyordu. Nedense babama hiç itiraz etmedim. Hattâ
bir miktar memnun bile oldum, çünkü artık o çay ocağını görmek istemiyordum.
Yerlere paspas çektiğim bir gün koltuğun hemen altında gözüme
beş milyon ilişti. Haftalık ücretim yedi milyondu. Parayı yerden aldım, kimin
düşürmüş olabileceğini düşündüm. Bu sabah dükkanı ben açmıştım ve henüz hiç
müşteri gelmemişti. Demek ki dün gelen müşterilerden biri düşürmüş olmalıydı.
Sezgin Usta’nın parası desem, O da
yukarıdaki dükkanda dururdu, dün
öylesine bir süre uğramıştı sadece. Parayı belki de Sezgin Usta düşürmüştü.
Cebime koymadan içerideki odaya gidip çekmeceyi açtım ve parayı çekmeceye koydum. Bu çekmeceye tekrar geri döneceğiz
ama öncesinde size bundan çok uzun zaman
evvel yaşamış yaşlı ve bilge bir kralın hikâyesini anlatacağım.
Âdil ve iyi bir
kralmış eski zamanlarda yaşayan bu insan. Tek bir oğlu varmış ama atalarından
miras alıp berkittiği bu büyük krallık
-oğlu bile olsa - öyle hemen kimseye bırakılamayacak kadar değerliymiş.
Bu nedenle vezirinden yardım istemiş. Vezir , kralın emrini en iyi şekilde
yerine getirmek için bir plan yapmış. Yakındaki üç dost krallığa haber salmış ve
birer tane prensini göndermelerini ve kralın kendisinden sonra krallığın başına
geçmeleri için onları test edeceğini söylemiş. Dost krallar hemen
prenslerini bilge krala yollamışlar. Üç prens
ve kralın oğlu kuvvet, çeviklik, cesaret testlerinden başarı ile
geçmişler. Ama tacı yalnızca bir tanesine verecekmiş . Son test için prensleri
saraya yanına çağırmış yaşlı kral. Vezirinden aldığı dört tohumu ve saksıyı her
birinin avuçlarına koyarak konuşmuş: “Artık
kral olmanız için son bir sınavınız kaldı prenslerim. Hanginiz tohumunu saksısında yeşertmeyi
başarırsa, tacımı da O’na vereceğim. Bir hafta sonra aynı vakitte
tohumlarınızla yine buraya gelin.”
Zaman çabuk geçmiş. Bir hafta sonra, tüm prensler uzun bir
masanın önünde, ellerindeki saksılarda
tohumlar ile bilge kralın karşısına dizilmişler. Oğlu dışında hepsinin yüzü
gülüyormuş. Kral, “ Evet, vakit geldi prenslerim, artık tohumlarınızı gösterebilirsiniz.
” demiş .
Hepsi saksılarını masanın üzerine üzerine koymuş. Kral’ın
oğlununki hariç bütün prenslerin tohumları yeşilmiş. Kral oğluna dönüp sormuş :
“ Neden senin tohumun yeşermedi prensim?
”
Prens üzülerek ve biraz da mahcup cevap vermiş. “ Onu en taze toprağa koydum, güneşini ve suyunu miktarınca verdim ve
olması gerektiği gibi havalandırdım. Ama nedense onu yeşertmeyi başaramadım
kralım.”
Kral ile veziri birbirine bakıp gülmüşler. Bilge kral
başındaki tacını çıkarıp oğlunun başına takmış ve “ Sevgili prenslerim , son
testiniz “dürüstlük” testiydi . Size yeşertmeniz için birer tane tohum verdim
ancak bu tohumlar bozuktu. Tohumu yeşeren prensler, belli ki onları başka tohumlarla
değiştirdi ve son testi geçemediler” deyip
oğlunu yeni kral ilan etmiş .
O akşam üstü çekmeceyi açıp parayı Sezgin Usta’ya verdiğimde
, aslında beni sınamak için parayı oraya babamla kendisinin bıraktığını yıllar
sonra babamın ağzından tesadüf eseri öğrenecektim. Ben küçük bir şirketi, prens büyük bir devleti farkında
olmadan kurtarmıştık. Ben bir prens miydim emin değilim ama babam, yaşlı ve
bilge bir kraldı.
MUSTAFA KEMAL YAVUZ
04.11.2018
dürüstlük inşallah kazanır...
YanıtlaSilİnşallah, teşekkür ederim; )
SilAdamsin mustafa yavuz
YanıtlaSilTeşekkür ederim dostum; )
SilDürüst olmak zor zanaat . Hele de eyyam yapmadan çok çok zor. Güzel yazi olmuş .
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil