Ana içeriğe atla

SÜLEYMAN 'IN SİHİRLİ YASTIĞI

Evvel zaman içinde, doğuda büyük bir ülkenin bilge bir şahı varmış. Şah aylardır tatlı bir telaş içindeymiş. Sabırsızlıkla beklediği torunu, nur topu gibi bir erkek çocuğu olarak dünyaya gelmiş . Çok sevinen Şah , henüz doğmadan babasını savaşta kaybeden bu güzel bebeğin adını, kendinden sonra ülkeyi huzur ve barış içinde yönetsin diye Süleyman koymuş . Dedesi Süleyman 'la oyunlar oynuyor,  O'na dünyanın her yerinden en güzel oyuncakları getirtiyormuş. Süleyman da Şah dedesini çok seviyor ve O'nun sözünden hiç çıkmıyormuş. Süleyman yedi yaşına gelince O'na sihirli bir yastık hediye etmiş. Dedesinin O'na aldığı hediyeler arasında en çok sevdiği? bu sihirli yastıkmış. Kenarlarından uzun mor püsküller sarkan, ipekten bembeyaz bir kumaşı olan yumuşacık bir yastıkmış bu. Yastığın bir yüzüne , kanatlarını açmış beyaz göğüslü bir ebabil kuşu işliymiş. Süleyman bu ebabil kuşunun olduğu yüze başını koyup uyuduğu gecelerde rüyasında kuş gibi uçarmış. Yastığının üzerine binip şehrin her yerini gökyüzünden seyreder, uzak şehirlere ve ülkelere gidermiş. Yorulup dönmek istediğinde yastığına "Dön Ebabil " diyip yine penceresinden odasına girer yatağına inermiş. Sabah mutlu uyanır, kendini Şah dedesinin omuzlarında bulur,  yeni ve güzel bir güne başlarmış. Bir gün sarayda birlikte oynadıkları  teyzesinin oğlu Selman 'a sihirli yastığından bahsetmiş. Bir kuş gibi uçup, insanları, yeni şehirleri ve  ülkeleri gökyüzünden seyretmek fikri, Selman 'ı çok heyecanlandırmış. O an sihirli yastığa hemen sahip olmak istemiş ve bunun için bir plan yapmış. Süleyman 'ın dedesi ile ava gittiği bir gün, gizlice odasına girmiş.Yastığı yatağının üzerinden alıp , çantasına koymuş. Sarayın yanında yaşadıkları köşklerine dönünce akşam olmasını dört gözle beklemiş. Süleyman akşam avdan dönüp de yatağın üstünü boş görünce yastığını her yerde aramış ama bulamamış. Üzülmüş, ağlamış. Hemen Şah dedesinin yanına koşmuş. Dedesi, torununun ağlamasına  dayanamamış ve vezirlerine yastığı gün ağarana kadar bulmalarını,  aksi taktirde tüm vezirleri sabah ölümle cezalandıracağını söylemiş. Sarayda aranmadık yer, bakılmadık çamaşırhane, oda kalmamış. Ama nafile, yastığı bulamamışlar. Korkudan tir tir titremeye başlayan vezirler, sabah olmaması için dua etmişler. Bu sırada akşam olur olmaz odasına giden Selman, ebabil kuşunun olduğu tarafa başını koymuş ve derin bir uykuya dalmış. Biraz sonra yastığın üzerinde uçmaya başlamış. Pencereden çıktığı gibi,  gökyüzüne yükselmiş, binaları şehirleri daha yukarıdan görmeye çalışmış. Gerçekten harika bir duyguymuş bu. Büyük gemiler, dalgalı denizler, tuhaf hayvanlar, kocaman balıklar, yemyeşil ormanlar, uçurtma uçuran ve anlamadığı bir dil konuşan sarı saçlı çocuklar görmüş. Saatlerce uçmuş. Çok mutluymuş. Ama Selman bir zaman sonra yorulmuş . Artık ne uçacak ne de yeni bir yer görecek gücü kalmış. Bir an önce köşke dönüp, yatağında dinlenmek istiyormuş. Fakat  Süleyman O'na,  geriye dönebilmesi için söylemesi gereken sihirli sözcüklerden bahsetmemiş . Artık yastığın üzerinde duracak gücü kalmamış. Korkudan ağlamaya, eve gitmek için yalvarmaya başlamış. Selman 'ın odasından tuhaf sesler geldiğini duyan annesi odasının kapısını açmış. O'nu yatağında  ter içinde, uykusunda ağlayıp inlerken bulmuş ve hemen uyandırmış. Uyandığına çok  sevinen ve yaptığı hata için pişman olan Selman, annesine her şeyi üzülerek anlatmış.  Annesi, kendisine ait olmayan bir eşyayı almanın cezasını fazlası ile çeken oğluna çok kızamamış . Sabah olunca erkenden yastığı saraya götürüp Süleyman 'a vermiş ve O'ndan özür dilemiş . Süleyman, O'nu bir daha başkalarının eşyalarını izinsiz almayacağına söz vermesi şartı ile affetmiş. Canları kurtulan vezirler, sihirli yastığına tekrar kavuşan Süleyman ve torununu eskisi gibi mutlu gören Şah çok sevinmiş. Torununun mutlu olması şerefine, ülkesinde, üç gün üç gece ziyafet vermiş.    


MUSTAFA KEMAL YAVUZ
23.03.2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Üzüntü Lambasının Cinleri

En erken anılarımdan biridir bu fotoğraf. Bir kurban bayramı sabahıydı, o yüzden Esin’ le ben cicileri giyinmişiz , babam ve büyük amcam kurban kesecek.  Sahi böyle kaç şey hatırlıyorum o yaşlara dair. Mahallemizde dere vardı mesela hatırlıyorum. Benden büyükler o dereden su içildiğini söylese de , ben yetişemedim. Ben dereyi gördüğümde kadınlar kenarına çömelmiş çamaşır yıkıyordu. Benim çocuğum ise üzerine beton dökülüp, kemik hastanesinden İnci Sokağa kadar merdiven yapılmış halini gördü. Geceleyin ıssız bir vakit o merdivenden yürürseniz, bir çığlık gibi hala  sesini duyabilirsiniz.  Neden geçmişe gidince hep üzülürüm. Eğlenceli şeyler de çok aslında çok gülmüşüz yaşarana dek gözlerimiz.Ama sanırım insan çok özlediği şeyin bir daha geri gelmeyeceğini bildiğinde , tüm duygular üzüntüde birleşiyor. Özlem de , şefkat de , sevgi de , minnet de…Hepsi aynı üzüntü lambasına sığmayı başarıyor. Ne zaman lambanın tozunu temizlemeye başlasan, içinden binlerce cin çıkar. Hepsi iyi...

SOSYETE BÖLÜĞÜ / SİRİM PİT

Okuldu, sınavdı, işti derken yaş hafiften kemâle dayandı, yirmi yedi oldu.İki  bin dokuz yılının Ağustos ayında vatanî görevimi yapmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından orduya alındım. Alındım derken işte, elimde Dyo boya reklamlı, orta boy bir valiz ile nizamiyeden giriş yaptım. Askerliğini yapan abiler ve arkadaşlardan aldığım tüyo üzerine, mantığımı  Gaziantep 5. Zırhlı Tugay 'ının büyük sürgülü  kapısının ardında bırakıp beş ay beş günlük kısa ama hızlı askerlik macerama, ürkek bir adım attım.  Herkes yeşiller içinde. Karıncalar gibi bir yerlere koşturuyor. Çok kalabalık, ama bu kalabalığa imkan vermeyen gizli bir düzen var. Acemi askerim,  bir an önce bölüğümü bulmaya çalışıyorum. Elimdeki kağıtta  TOW Bölüğü yazıyor. Önüme gelene bölüğümün yerini soruyorum. Bu kadar acele etmeme gerek olmadığını, bölükte bensiz de bir şekilde işlerin yürüyebileceğini henüz idrak edemiyorum. Kağıdımı okuyan bazı erler ve komutanlar "Allah Allah" bi...

MUTLULUK ÜZERİNE / ARKA BAHÇEDEKİ YALNIZ TABLOLAR

Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinin, gözümüze en çok sokulan  kavramı da "mutluluk" oldu. Şarkılarda, sözlerde, akıl vermelerde. Varılması gereken zorunlu bir hedef gibi pazarlanıyor yirmi beş yıldır.  Ürünün adı ve satıldığı mecra önemli değil, tesadüfen denk geldiğimiz bir radyo frekansından satılan  bilmem ne yağının, bilmem ne boynuzunun ne idiğü belirsiz   kreminin vadettigi duygunun çıktığı kapı belli artık. En kurumsalından, en ilkeline, şirketlerin üzerimize tüm iyi niyetleri ile abandığı bu soyut tecavüzün adı mutluluk. Kapitalizm, insanların satın alma güdülerini harekete geçiren ana dürtünün "mutluluk " olduğunu keşfettiğinden beri,her şirket sattığı ürünün acayip bir   mutluluk duygusu vereceğini vadediyor. Her yer gülen suratlarla dolu. Herkes satın aldığı biricik ürününün yanına kıvrılmış,mutluluktan ölmek üzere.Bu sarhoşluğu deneyimlememiz için bir tık uzaktalar.Eskiden insanlar kıyıda köşede neyi varsa denkleştirir ev alırdı. Şimdi 4+1 m...